İlk Gün

307 5 3
                                    

İçerden krep cızırtıları geliyordu ve annem her zamanki gibi telaş içindeydi ve yine telaşlanınca yaptığı o tuhaf kendi kendine konuşma ritüelini yapıyordu. Bu sesle dinlenmesi mümkün olmayan gözlerim aralandı. Ama öyle bir ağırlık vardı ki gözkapaklarımda, ya ben güçsüzleşmiştim ya da biri şaka olsun diye gözlerime küçük birer kiloluk ağırlıklar koymuştu. Bense yazın yorgunluğunu atarcasına açtım gözlerimi ve açmamla beraber bir çığlık duymam bir oldu. Telaşla mutfağa koştum ama çığlığın sahibi tavayı düşürdüğü için kendisine kızan annemden başkası değildi. Ben de anneme görünmeden oradan sıvışıp banyoya geçtim. Soğuk suyun gözlerimden burnuma ve ağzıma ordan damlalar halinde boynuma akmasına izin verdim. Sonra aynayla yüz yüze geldik ve bir kere daha ne kadar çirkin olduğumun farkına vardım. Tenim kahverenginden çok kırmızı gibiydi ama öyle hoş bir kırmızı değil, yere düşüp dirseğinin morarmasından bir süre geçtikten sonra yavaş yavaş döndüğü mercan rengini andıran solucanımsı bir kırmızıydı. Aslında solucana da benziyordum biraz. Bugün bir an önce önce bitsin istiyordum. İçerden gelen çığlık ve kahkahalara bakılırsa annem benden çok daha heyecanlıydı. Gizlice odama gidip kendimi yatağa attım. Okulun ilk günlerinden hep nefret ederdim ve hâlâ da ediyorum. Zoraki arkadaşlıklar, yanlış tanınmaktan korkma, kimin yanında nasıl davranacağını bilememe, karşılıklı sürekli susmalar, her şakaya gülmek, maskelerini henüz indirmemiş insanlar... Bence okulda sadece piyano çalmayı öğretmelilerdi. Günün her saati, her dakikası çalabilirdim, hiç sıkılmadan, dinlenmeden. Arada bir yemek ve tuvalet molası olsa yeterdi. Hayallerimin ortasına dalan annem saniyede iki yüz kelime söyleyerek rekor kırarken yüzüne bakıp burnu olmasa ne kadar komik olacağını düşündüm. Sonra duyduğum iki üç kelime ve on dört yıllık deneyimlerime dayanarak ona hızlıca üstümü giyineceğemi, geç kalmayacağımı ve sakin olmasını söyledim ama beni duyduğunu sanmıyorum, insanlar hem konuşup hem dinlemekte zorlanıyor olsalar gerek. Sonra annem nedense bir an durdu ve koşarak mutfağa gitti. O gider gitmez kapıyı kapatıp kendimi yatağımın yumuşacık kollarına attım ve hayallerimin beni gerçeklikten çekmesini bekledim. Deniz kenarındaki evimde bestelerimi yaparken annemin beni görmesi pek de iyi olmadı. Bağırarak beni kovalamaya başladı. Nedense bundan tuhaf bir zevk alıyordum. Sonunda yorulup durdum. Annemse hâlâ konuşuyor ve bağırıyordu. Bazen onun bu yaşta nasıl bu kadar enerjik olduğuna şaşırıyorum. Anlaşılan artık babam da uyanmıştı. Annemi sakinleştirip içeri götürdü sonra yanıma geldi ve:

-Kızım anneni niye üzüyorsun, bak görmüyor musun senin için ne kadar heyecanlı?

-Evet görüyorum ve benden daha heyecanlı olması da ilginç.

-Sen heyecanlanmıyor musuun?

-Yoo, çok heyecanlıyım, hatta o kadar heyecanlıyım ki heyecanım kaçmasın diye bugün gitmeyeyim bence.

-Canım, okulu neden bu kadar sevmediğini anlayamıyorum ama söz sen hele bir git gel, sana bir sürprizim olacak.

Babama sarıldım ve üstümü giyinmeye gittim. Gri sweatşörtümü ve eşofmanımı giyip mutfağa girdim. Bozuk kalp şekilli krepler hazırlayıp üstlerine çikolata sosu dökmüş annem kıyafetimi görünce sanki hayalet görmüş gibi bir yüz ifadesi takındı. Babamsa onu sakinleştirdi:

-Bak giyinmiş işte kızımız hadi yemeğe oturalım.

Sonunda beş yaşındaki kızıl saçları burnuna düşmüş pijamasının üstünün bir kısmı altına sokuşturulmuş ama yanlardan kelebek gibi fırlayan bluzuyla elindeki ayıcığa sıkıca sarılmış kardeşim geldi. Babam aslan oğlum diye bağırarak küçük kardeşimi bir top gibi havaya atıp tutarak masaya getirdi. Sonunda mutlu aile tablosu tamamlanmıştı. Sanki burda olmasam herkes çok mutlu olacaktı. Daha krepten iki loklma almıştım ki okul servisinin korna sesi duyuldu. Evet lisede ilk günüm başlıyordu...

Felaket: İlk ÖpücükHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin