Gözlerimi yeni bir güne açtım, memnuniyetsizce, tekrar. Binlerce cam parçası saplanmış gibiydi bedenime, ağrılı. Sessizce fısıldadım, "Neredesin?" bir kahkaha duydum zihnimde yankı yapan. "Her yerdeyim." Başım dünden kalmaymış gibi sızladı, kalbim hastaymış gibi tekledi, gözlerim ihanetkâr gibi doldu.
"Göremiyorum, seni hiç göremiyorum." Öfkeliydim.
"Sebebini biliyorsun."
Hergün aynı konuşmayı yapmak sıkıcıydı. Yataktan ağır ağır hareket ederek kalktım ev bir morg gibi soğuktu artık. Terlikleri giyip aynanın karşısına geçtim. Uyuşturucunun etkisiyle moraran göz altlarım ve dudaklarım, bilmiyorum belki sadece uykusuzluktandı. Komidinde duran yarısı dolu bardaktaki su ya da viski her neyse dikledim. Elimin tersiyle çatlak dudaklarımı sildim.
"Neredesin?"
Hiç ses duyulmadı uzun hırkamı giyip mutfağa indim. Etraf hayvanlar işgal etmiş ve sonra terk edilmiş gibi dağınıktı. Heryer heryerde.
"Neredesin?!" Soluksuz kalıp duvara yaslanmamla dizlerimin bağı çözüldü, duvarın dibinde baygın baygın oturmakla yatmak arası bir pozisyonda daha çok ölü gibi duruyordum. Bu beni gülümsetti, ölü gibi olmak, ölü olmak...
"Jungkook!" Sesim yankı yapamayacak kadar güçsüz gözlerim duramayacak kadar beceriksizdi. Sessizce bağırmak nasıl oluyorsa tam olarak onu yapıyordum.
"Buradayım," Bu ses yankı yapabiliyordu. Her zaman, her gün, her saniye, benim zihnimde.
"Neredesin?" Sürekli söyleyip durduğum kelime artık sanki anlamını yitirmiş gibiydi.
"Biliyorsun." Bu kelimeleri onun sesiyle duyabilmek bile bir ayrıcalıktı.
Çığlık atmak istedim, nefes almak eziyet gibiydi artık. Artık, artık öyle bir kelimedir ki, öyle hüzünlü, öyle acınası ya da tapılası, sevilesi, nefret edilesi. Artık yoksun, artık değişti, artık üzgün, artık mutlu... Gittikçe bir kelimeden çok isim gibi geliyordu.
Ne mutlu olmak, ne üzgün olmak artık sadece yok olmak istedim.
"Jungkook!"
Sürekli bu isimi haykırmak, her gün, bir rutin gibiydi. Dizlerimin üzerine oturup ellerimi yere sabitledim ayağa kalkmak isterken kendime hakim olamayıp bir hıçkırık kaçırdım dudaklarımdan.
"Jungkook!"
Jungkook, Jungkook, Jungkoook...
Zihnim benimle resmen oyun oynuyordu. Sanki kafamın içi boş bir odaydı, yankı yapıyordu ne söylersem söyleyeyim. Koca bir hiçlik gibiydi, hiç bir rengin olmadığı kadar saf, saydam, hiçbir şeyin olamadığı kadar boş, hiç, yok...
Deliriyorum.
Belki delirdim bile. Ellerimi karnıma koyup hıçkıra hıçkıra yere serildim. Artık tek bildiğim olmadığıydı. Benimle olmadığı, mutlu olmadığı, yaşıyor olmadığı, olmadığı.
Eskiden anlamamıştım ama gerçekten bütün mesele olmak ya da olmamaktı.
"Jungkook!" Kendi dediğimi anlamak bile zordu, duymak kadar.
"Biliyorsun! Seni bulacağım." Beni öldürüyordu.
Onu kaybetmiştim. Öylece. Kaybetmek nasıl oluyorsa, birden bire, habersiz, fark etmeden. Yerde debelenip duruyordum. Kalkamayacağımı biliyordum. Ellerim titredi duvara tutunmak için. Göz yaşlarına boğulmak neyse tam anlamıyla onu yaşıyordum. Ağzıma dolan ya da çenemden damlayan zehirli sıvı iyice içimi sızlatıyordu, nefes almak zordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ghost 〄 지국
FanfictionPark Jimin ortadan kaybolan sevgilisini bulmak için kendinden vazgeçerken beklemediği olaylar yaşar ve hiç fark etmediği bir benliğe bürünür.