kırmızı boyalı kemanın senin bir parçan.

203 24 69
                                    

Hyunjin Blaine Hannigan, ben buyum. Her daim elinde kırmızıya boyadığı keman ile dolaşan, yarı Koreli bir keman sanatçısı.
Fransa'ya ilk gelişim, Fransız güzeli annemin bedenine düştüğüm sıralarda gerçekleşmiş galiba.

Babam Kore'nin ünlü bir şirketinin sahibiymiş, annemle de Fransa'ya yaptığı bir gezi sırasında kafa dağıtmak için gittiği bir mekanda tanışmışlar.
Babam işkolik biriymiş cidden, annem ise aşk insanı. Annem babamı görür görmez ona karşı bir şeyler hissettiğini söyler durur. İnanmam ben buna pek, ilk görüşte aşk mı olur? Yoktur öyle şey.*

Her neyse, Fransız annem babamı o günden sonra sürekli Fransa'da görmeye başlamış. Babam, annemin pastanesine gidiyormuş sürekli. Bir gün babam fark etmiş ki bu kadın gerçekten çok güzel, markanın aradığı yeni modellerden olabileceğini düşünmüş ve annemle konuşma kararı almış. Annem sürekli, "Adama çoktan âşık olmuştum, o an canımı istese canımı verirdim." der ve o şen kahkalarından birini atar. Gerçekten çok âşıkmış, imrenirdim o anlatırken.

Sonra babam da anneme karşı hisleri olduğunu fark etmiş ve bir süre sonra anneme, ona âşık olduğunu söylemiş. Annem de kaçırır mı? Hayır tabii ki, hemen o da itiraf etmiş ve bence dünyanın en en en eşsiz aşkına yelken açmışlar, bir süreliğine.

Evlenmişler ama birbirlerini doğru düzgün tanımıyorlarmış bile... Bu yüzden annem çok üzülmüş evlilikleri boyunca, benim hatırladığım dönemlerde birkaç kavgaları oldu sadece ama özellikle annem bana hamileyken çok tartışırlarmış.
Babam da sürekli evden çıkar, otellerde kalırmış.
Benim en iyi hatırladığım kavganın sonrası pek iyi değildi.
Babam gitti, sonra bir daha göremedim onu. O yüzden hayal meyal bende o ve bana bıraktığı anılar.

İşte, babam dönmeyince annem Fransa'ya dönmüş. Hâlâ çok âşık olduğunu biliyorum, her gece ağlayarak babamın dönmesini beklediğini de.
Bunları neden anlattığım kısmına geliyorum, beni biraz daha tanıyıp neden anneme bir bebekmiş gibi baktığımı anlayın diyeydi hepsi.

Pikapta takılı plağın, alışkın olduğum o Fransız ezgisi içine adımımı attığım vintage pastaneyi dolduracak kadar güçlüydü.
Elimde tuttuğum, 20li yıllara ait birkaç "le courrier du cinema" dergisi ile buraların tek melezi olarak, kendimden çok sevdiğim anneme ilerledim.

"Bonjour madame Vanessa!" dedim elimdeki dergi paketi ile kasanın olduğu tezgahın arkasındaki anneme ilerlerken. "Günaydın güzel Blaine'im." yavaşça ayağa kalkıp ona sarılmam için bekledi ve ben sanki ilk kez ona sarılıyormuşum gibi sıkıca sarılmıştım. "Dayım, Roland nerede?" diye sordum, annemi ona emanet etmem gerekiyordu çünkü.

Annem nerede olduğunu bilmediğini söyleyince hafifçe kafamı sallayıp tekrar ona sarıldım ve mutfak kısmına ilerledim. Dayım elindeki un kabı ile beraber mutfakta öylece duruyordu. Onlarınkinden farklı aksanımla ona neler olduğunu sorduğumda gülümseyip bir şey demeden elindeki kabı tezgaha bırakıp ellerini yıkadı ardından tezgahın altından keman çantamı çıkartıp bana uzattı. "Git çalış sen hadi, annene ben bakarım." dedi ve ben arkamı döndüğüm sırada tekrar konuştu, "Michel, büyükannenin yanında. Çiçekçide yani, onu arama bir de."
Annemin yanına gidip elimdeki çantayı tezgaha bırakıp lavaboya ilerledim ve elimi yüzümü yıkayıp saçlarımı düzelttikten sonra lavabodan da çıktım.

Pastaneden çıkıp birkaç sokak ilerideki çiçekçimize ilerlemeye başladım. Fakat sonradan kemanımı unuttuğumu fark edip tekrar pastaneye dönüyordum ki annem pastanenin önünde elinde kırmızı çiçekli keman çantamla bekliyor ve etrafına bakıyordu. Beni aradığını anlamam uzun sürmemişti, beni sokak başında görür görmez elindeki çantayı dikkatle tutarak bana doğru koşmaya başladı. Hızla ona yaklaşıp onu durdurdum, "Koşmaman konusunda anlaşmıştık sanıyorum madame?" dediğimde bir şey kırmış bir çocuk gibi gülüp özür diledi sonra alnıma düşen siyah saçlarımı elleriyle çekip alnıma bir öpücük bıraktı.

violon à revêtement rougeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin