Dünyanın sevilmeyen bir ülkesinin, sevilmeyen bir şehrinde, içine nefret ekilmiş bir gettoda sabah saat 6'yı vuruyor; ülkenin en çok katma değer sağlayan ve bu katma değerin bir de vergisini ödeyen işçileri teker teker sövmeye başlıyordu. Böyle bir baharın tadını çıkaramamanız için illa ki yeni bir absürtlük çıkaracak olan yaşam bugün yeniden başlıyordu. Sevişmekten başka gayesi olmayan gençleri sikişmekten başka derdi olmayan büyükleri okula hazırladı. Çocuklarının okulu erken saatlerde başlayan ve hala bir parça kalbi yerinde duran, uçkuru değil gönlü ile seven çiftler ufak cilveler, güzellikler peşinde. Bahar tüm sevinciyle, faşistliğini esirgeyerek şehire iniyor. Dağlardan fısıltılarla, dün yağan yağmurun cam ağacında bıraktığı nemli aromayla ve sabah programlarını açan yaşlı pop starlarıyla. Hareketinin manası olmayan şarkılar çalarken; yaşam, tıkırtar, motor sesleri, anne bağırışları ve kuş sesleriyle başlıyor. Muhsin'in uyanma vaktiyse çoktan geçiyordu.
Aslında bu kadar erken uyanmasa da olur mu diye bir muhasebe yaparken annesi hala sabırla tepesinde dikilip hiçbir şey söylemeden doğrudan suratına bakarak canını sıkıyordu. Yine de bir yandan seviyordu bunu. O yokken, yani hastalandığında hani, şekeri yüzünden bir hafta kendi kurduğu alarmla uyanmaya kalkmıştı. Yatmak, kalkmak, yemek, içmek bir şey değil ki zaten pekin ördeği değildi ki mutfakta pişen! Ama o yapınca başka işte. O uyandırınca başka, değerini bilince uyanırken gelen siniri de başka şimdi. Bıyık altından gülümseyip, boğazındaki balgamı temizlemeden bağırdığı için daha da kalın çıkan tok sesiyle "Sabah-ı şerifleriniz hayrolsun Fidan Sultan!" diyerek toparlandı çekyatın içinde. Bu geç uyanmalara annesinin canı iyi sıkılmış olacaktı ki hiç oralı olmadı. Kahvaltı için çaydanlıkta haşladığı biri çatlamış iki yumurtayı da sininin içine koyup sofraya koydu. Fidan'a her sabah kendi evinde bir hizmetçi gibi çalışması ağır gelmeye başlamıştı son bir kaç senedir. Daha öncelerinde de bu hissi kursağında bir yumru gibi taşıyordu ama artık rahat hareket edememesini fark ettirecek her iş zul geliyordu. Onun da hazır bi' seyleri tüketmeye hakkı olmalıydı bir yerlerde ama ne o hakkı tanıyan ne de çok vakti vardı. Bunun hesaplarını yapmıyor olsa da eşinin ölümünden beri bunu en derinlerinde hissediyordu. Misafirdi artık. Hani evlatları da olmasa oturduğu yerde ölebilecek kadar yorgun hissediyordu.
Muhsin'in kardeşi Nazlı çoktan okulunun yolunu almıştı. Abisinin mesaisinin geç başlaması ve okulunun uzak olması sebepleriyle genelde de böyle olurdu. Daha şimdiden geleceğinin parlak olduğu anlaşılacak kadar okulunu seviyordu ki hele bir de okuldan birini herkesten farklı görüyorsa? Aldığı notlarla, Veli toplantısında annesine gelen takdirlerle Nazlı'nın okuması iyice teşvik edilir olmuştu. Hani böyle değil de ite kalka sınıf geçen biri olsa belki şimdi çoktan Kuran kursunu bitirip dikiş nakış kursuna başlamış, çeyizini biriktiriyor olurdu. Muhsin'in de abiliğiyle, durumları kötü de olsa, bir yolunu bulup şehrin diğer ucunda bir özel liseye %75 burslu olarak kaydettirmişlerdi 2 sene önce.
Muhsin gayri ihtiyari ve sorumluluklarının farkında bir yetişkinin yapacağı gibi sürünerek sofraya kuruldu. Çayını koydu, ekmeğini böldü, annesinin yanındaki kumandaya uzanıp kanalı değiştirdi ve kahvaltısı bitti. Zaten geç uyanmış olması kahvaltı keyfine patladı. Ama tam evden çıkacağında bir yazı gözlerine takıldı, gördüğü yazıyı bakışlarını başka yine çevirdikten sonra anladı ve geri çevirdi başını: "Gece yarısı yapılan sınır ötesi harekat başarılı bir şekilde sona erdi!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAOS
Historical FictionDünyanın nefretini toplamış bir ülkenin, nefret toplamış bir şehrinin, nefret ekilmiş bir gettosundan çıkmadı bu savaş. Sevgi dolu, müreffeh ülkelerin bu müreffehliklerini idame ettirmek için yaptıkları atılımlarla ben, kardeşim ve annem bir savaşın...