Genç çocuk son kez karşısındaki kum torbasına olanca gücüyle vurduktan sonra yumrukları gevşedi ve dışarıya kesik bir nefes verdi. İleri doğru savrulan siyah kum torbası geri dönerken yavaşça geri çekildi ve ellerini dizlerine koyup soluklarını düzenlemeye çalıştı. Peş peşe yutkunurken eğilmesiyle saçlarından yere damlayan ter damlasının gerisinde bıraktığı izi seyrederken kapının açılmasıyla kendisine gelip doğruldu.
"Mete?" dedi kız güzel bir gülümsemeyle. Mete de beceriksizce kızın gülümsemesine karşılık verip parmaklarıyla saçlarını geriye attı ve vakit kaybetmeden elindeki beyaz sargıları çözmeye başladı yavaşça.
"Vay canına, çok çalışıyorsun ha?" Kız hayran dolu bakışlarını genç çocuktan alamazken yanda duran su şişelerinden birini alıp ona uzatmıştı. Mete sargılarla işini bitirip yandaki beyaz havlusuyla saçlarını birkaç kez ovuşturduktan sonra kızın uzattığı su şişesini aldı ağzında bir teşekkür mırıldanırken.
"Haberleri duydun mu?" dedi bu sefer kız büyük gözlerini tek bir saniye kırpmadan suyunu büyük bir açlıkla içen çocuğa bakarken. Mete kaşlarını çatıp içtiği suyun kapağını kapattı ve sorarcasına kıza döndü.
"Can," dedi kız heyecanla. "Buraya gelmiş."
"Ne?" dedi çocuk şaşkınlıkla.
Kız heyecanla kafasını salladı. "Herkes bunu konuşuyor. Hadi biz de gidelim!" Bir şey demeden kapıya yönelirken Mete kızın bu denli heyecanlı olmasıyla içinde biriken öfkeyi engelleyemedi.
"Tuana," Çıkmak üzere olan kız durdu ve şekilli gür kaşlarından biri havalandı sorarcasına.
Mete kız sadece ona gülsün, ona heyecanlansın ve sadece ona baksın istiyordu. Ancak Tuana bunun tam tersi, Mete hariç herkesle yakın olmaya hevesliydi.
Tuana tamamen ona dönüp sessiz kalan çocuğa bu sefer çatık kaşlarıyla bakarken Mete ufak bir nefes verdi. "Eğer Bahçe'ye seçilirsem... Sen de benim için çabalayacaksın, değil mi?"
Onun aksine Bahçe'ye seçilme gibi fazla bir merakı olmadığını biliyordu Mete. Tuana hafifçe güldü ve arkasına geri döndü.
"Senden ayrılmayacağım." Ve başka bir şey demeden küçük odadan çıktı. Mete'nin ise yüzünde engel olamadığı bir gülümseme oluşmuştu.
O da odadan çıktıktan sonra sessizce Tuana'yı takip etti arkasından. Adımları ortak salon ve yemekhaneye doğru ilerliyordu. Çok geçmeden yandan geçen çocukların fısıldaşmaları duyuldu.
"Tilki gelmiş... Evet evet, o psikopat..."
"...Annesini öldüren."
"Neden gelmiş ki?"
"Hani şu on ikisinde Bahçe'ye seçilen mi?"
"Duyduğuma göre Aslan'ı çıldırtmış..."
Mete kaşları çatık ortak salona doğru ilerlemeye devam etti. Ve tam orada, tekli koltukların birinde otururken buldu neredeyse üç yıldır doğru düzgün göremediği sözde arkadaşının yüzünü.
"Can?" dedi çocuğun yanına iyice yaklaşmışken. Yanındaki Tuana kolunu hafifçe cimdikleyerek uyardı onu. Mete gözlerini devirmek istese de kendisine engel oldu ve ileriye dalıp gitmiş, tek ayağı bir ayağının üzerinde kafası eline ve eli de koltuğun kenarına yaslı kumral çocuğa dönmüştü.
Son üç yılda değişmiş, diye geçirdi içinden.
Çocuksu yüz hatlarının yerini daha çekici bir yüze bırakmıştı. Henüz on beşinde biri için çok daha büyük ve olgun duruyordu genç çocuk. Gerçi onun yaşadıkları göz önünde bulundurulursa, bu hâle gelmesi az bile sayılırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the blue garden
Short Storythe zoo adlı hikayemin yan kitabıdır, karakterlerin geçmişlerinden kesitler bulunmaktadır. #bölümler birbirinden bağımsız ve farklı zaman kesitlerinden oluşmaktadır# bxb × one shots