Çocukluğum

7 0 0
                                    



Uzun bir süre boşlukta olduğumu, kendimi aradığımı düşündüm. Ben kimim? Aradığım şey ne? Neden varoluşuma bir son vermeden hayatıma devam ediyorum? Bu ve buna benzer soruların hiçbirine bir cevap veremiyorum. Henüz okula başlamadığım zamanlarda tanıştığım bir ağabeyim vardı. Ölümden sonra yaşam, ahiret günü vesâire gibi pek çok şeyi ondan öğrendim. Anlattıklarını dinledikten ve zihnimde canlandırdıktan sonra bir daha asla eskisi gibi olamadım. Hemen her gece ailemi ve sevdiklerimi ölüm benden alacak korkusuyla ağladım. Çoğu gece annem sesimi duyup, beni teselli etti. Nihayetinde bir gece, ben de bu çıkmazdan bunalmış olacağım ki şöyle bir yöntem düşündüm: "eğer ben ya da ailemden bir kişi ölürse, allah'a çok dua ederim ve bizi yeniden birleştirir. Sonuçta çocuğum, allah bana kıyamaz." Bu düşünce beni uzun bir süre teselli etmeye yetti. Ancak, zaman geçtikçe ve hayatım genişledikçe işler yeniden sarpa sarmaya başladı. Madem hepimiz öleceğiz, neden kendimizi paralıyorduk ki? Tekerleğin içinde canı çıkana kadar koşan fare de, hiçbir şey yapmadan öylece bekleyen fare de ölüyordu. Bu düşünce yapısı beni tembelliğe, isteksizliğe ve çeşitli saplantılara sarılmaya itti.

Kendimi arayışımın başlangıcı da tam olarak bu tembellik ve isteksizlik dönemine tekabül ediyor. Fiziki olarak ne kadar durağan olursak olalım, aklın hareketliliği asla son bulmuyor. Çarklar sürekli tıkır tıkır işliyor. Kibarlığın, nezaketin, merhametin ve sevginin vücut bulmuş hâliydim. Bu yüzden çocukluğum boyunca ezildim, dışlandım ve her çocuk topluluğunun zayıf halkası oldum. Hiç kavga etmeyi bilemedim. Yalnızca bir kez, sadece merakımdan kavga etmeye çalıştım. Yine, kavganın tam ortasında hem karşımdakine, hem de kendime acıdım ve elimi kaldıramadım. Tabii, karşımdaki böyle düşünmüyordu. Çok tatlı bir dayak yedim. Gözümün morluğu hâlâ aklımda. Canım sıkıldı, ağladım. Annemi özledim, ağladım. Karşımdaki kalbimi kırdı, ağladım. Oynadığım oyunu kaybettim, ağladım. İlkokulu bitirdiğimde, hâlâ her şeyi ağlayarak çözmeye çalışan kırılgan bir çocuktum. Belki de bir filmde görmüş olacağım ki, bir gün aynanın karşına geçtim ve bir daha ağlamamak için kendime okkalı bir söz verdim. Kendime verip de, tuttuğum birkaç sözden birisi bu sanırım. Diğerlerinin hepsi uçtu gitti.

İlerleyen yıllarda hemen hemen hiç ağlamadım. Fakat, dolaylı ya da doğrudan pek çok insanın ağlamasına sebebiyet verdim. Kendimi aradığımı iddia ederken, pek çok insanı da kendine yabancılaştırdım. Bir uçurumdan aşağı düştüğümü zannediyorken, aslında uçurumdan zemine kadar olan o koca boşluğun ben olduğumu anladım. Hiçbir zaman bir benliğe sahip olmamıştım. Benlik dediğim şey, başkalarının da yere çakılmasına sebep olan koca bir uçurumdu. O uçuruma düşmeden, hayatını yaşayan herkes çok mutluydu. Düşenlerin hâliyse haraptı. Onlar da benim birkaç metre ötemde, başka bir uçurum hâline geliyorlardı. Karadelik adı verilen maddenin, aslında kara olmaması gibi; benlik adı verilen şeyin, koca bir boşluk olduğunu biliyorum. Ben, kendim, ruhum, iç dünyam, kalbim vesâire gibi tüm aldatmacalar karşısında diyorum ki: "Hepimiz, ucu bucağı olmayan ve önümüze geleni müthiş bir kuvvetle hiçliğe sürükleyen süpürgeleriz." Yaşadığımız kısa hayatları, sevdiklerimizi, hayallerimizi ve kendimize tüm diğer meseleleri sanki sonsuza dek yaşanacakmış gibi düşünüyor ve bununla avunuyoruz. Oysaki, bundan birkaç nesil önceki atamızın ismini dâhi önemseyip hatırlamayız. Kaldı ki, bir de onu ve ona ait her şeyi düşünceğiz, peh. Yaşam, koca bir hiçlikten ve boşluktan ibaret. Yüz binlerce yıllardır, her an yayınlanan bir televizyon programına; birkaç saniyeliğine katıldığınızı düşünün. Sizden başka kim o ânı önemseyecek ve sizi hatırlayacaktır? Hiç kimse.

Çocukluk ve HiçlikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin