erkenden uyanıyorum bu sabah. üstüme örtülü kalın battaniyeyi zorlukla itiyorum. hiç gücüm yok, yeni uyandığımdan herhalde.
çıplak ayaklarımı sarkıtıyorum yataktan aşağı. kış mevsimindeyiz, yerler soğuk. ama yine de basıyorum tüm gücümle yere, beni ayıltacağını düşünüyorum.
biraz yerle bakışıyorum, biraz da komidinin üstündeki saatle.
hafta sonu olduğunu hatırlıyorumn birden, oflayarak geri uzanıyorum yatağa. sonrasındaysa tekrar uyuyamadığımı bildiğimden beş dakika içinde topluyorum yatağımı. üstümde pijamalarım hala, çıkarmıyorum, şımarıyorum kendi kendime. kahvaltımı hazırlıyorum bir yandan, diğer yandansa sabah haberlerini izliyorum. ilgi çekici bir şey bulamayınca değiştiriyorum kanalı.
masam çoktan kuruldu, saate bakıyorum. henüz dokuz olmuş. hemencecik uzanıyorum kumandaya, her sabah tekrarı yayınlanan dizimi izliyorum kahvaltımı ederken. annemden kalan alışkanlık olsa gerek, geç bile kalsam, bir dakikacık bile izlesem yetiyor bana.
oyalana oylana ediyorum kahvaltımı, çayımı yudumlarken keyifle izliyorum diziyi. başrol oyuncusu benim favori oyuncularımdan, daha bir hoşuma gidiyor.
sonrasında bitiyor kahvaltım, topluyorum her şeyi. sonra salona geçiyorum, bir haftanın dağınıklığı var. orayı da topluyorum. evde canım sıkılıyor, dışarı çıkmak için hazırlanmaya başlıyorum bu sefer.
gideceğim yer belli, köşebaşı.
eşyalarımı tıkıştırıyorum çantama. kolumdaki saat öğleyi gösteriyor. kapımı kitleyip çıkıyorum evden.
15 dakika kadar yürüyorum sakince. arada gördüğüm kedilere sataşıyorum, gülüyorum kendi kendime.
vardığımda ise neredeyse tüm masaların dolu olduğunu görüyorum. benim masam dolu olacak diye ödüm kopuyor, hızlı hızlı giriyorum içeri.
sanki rezerve edilmiş gibi boş olduğunu görünce içim rahatlıyor, bırakıyorum eşyalarımı sandalyenin birine. üstündeki ceketi çıkarıp özenle asıyorum sandalye arkasına.
sipariş vermeden önce biraz telefonumla oyalanıyorum. arkadaşlarımdan mesaj gelmiş, mağazalar indirim mesajı göndermiş, hepsini okuyorum.
daha sonra kaldırıyorum kafamı, gördüğüm herhangi bir garsona kekimi sipariş veriyorum.
yine bakınıyorum etrafa, siyah saçlı çocuk burada mı diye. kasanın orada görüyorum onu, o sırada garson geliyor, kapanıyor görüş açım.
hemencecik batırıyorum çatalımı keke, sanki ilk defa yermiş gibi davranıyorum. çok seviyorum, ne yapayım.
telefonumla oynamaya başlıyorum keki yemeye devam ederken, o sırada bir karartı yaklaşıyor, kaldırıyorum kafamı. siyah saçlı çocuk.
elinde yine kahvesi, ve küllüğü. masama doğru geliyor. elindekileri koyup gidiyor.
şaşırıyorum. bu sefer sesleniyorum arkasından. "hey!" bakmıyor bana.
"rica etsem bakabilir misiniz?" bu sefer yüzünü dönüyor. ama yanıma gelmiyor. ayakta, öylece yüzüme bakıyor.
küllüğü gösteriyorum elimle. "içeride sigara içilmez. bunu bile bile niye getiriyorsun ki?"
hiçbir şey demiyor. arkasını dönüp gidiyor. ben de bir şey demiyorum. itiyorum yine küllüğü.
saatler geçiyor, kahvem bitiyor. parayı ödemek için kasaya geldiğimde ise tekrar şaşırıyorum.
kahvenin parasının ödendiği söyleniyor, bir sesleniş karşılığında.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kahve ve küllük, yoonmin
Короткий рассказ[three-shot] her gün gittiğim kafede siyah saçlı garson, her seferinde sıcak kahve ve küllük getiriyor. oysa ben asla sigara içmem.