Herkese merhaba, Ahmet ben. Durun durun! Heyecan yapmanıza gerek yok fazla önemli bir insan değilim. Önemli işler yapmadım. Hiçbir başarının altında da imzam yok. Zaten imzam da bir şeye benzemiyor. Hayatım boyunca bir şeylerin sorumluluğunu üzerime almaktan hep kaçındım. Niçin böyle bir kişiliğe sahip olduğumu da bilmiyorum, anlamıyorum. Yirmi üç yıllık hayatım, kendimi hep birilerine kanıtlamaya çalışmakla geçti. Ama bir türlü bu amacım gerçekleşmedi. Daha doğrusu gerçekleştiremedim. Her zaman hayatımın her alanın da üçüncü (gereksiz/vazgeçilebilir) biri olarak görüldüm. Hayatımın her döneminde, her evresinde buna delalet eden örneklere rastlamak mümkün. Hatırlayabildiğim en küçük yaşım dan başlayacak olursak daha yedi sekiz yaşlarındayken bile arkadaşlar arasında yakalamaç oynayacak olursak eğer bir kişi fazla ise grupta, ilk vazgeçilecek oyuncu ben olurdum. Futbol oynanırken mahallede yada okulda, bütün arkadaşlarım öncelikli vip müşterisi gibi takıma seçilir, ben ise mecburiyetten takıma alınırdım veya yeteri kadar oyuncu var ise takıma bile alınmazdım. Zaten bu durum yüzünden lise yıllarına kadar yaşıtlarım ile futbol oynamazdım. Eğer dikkat ettiyseniz yaşıtlarım ile ifadesini kullandım. Çünkü futbolu ancak kendimden yaşça küçük olanlarla oynayabiliyordum. Bu yüzden samimi arkadaş çevremi hep küçükler oluştururdu. Yine aynı şekilde orta okul yıllarında futbol oynarken bir mucize olurda takıma alınabilirsem, kimsenin girmek istemediği pozisyona yani kaleye girdirilirdim. Arkadaşlarım beni kandırmak içün "Ahmet sen daha iyi kalecisin, kimse senin gibi kaleyi koruyamaz" derdi. Ben bunun bana kaleye girmem içün açıktan verilmiş bir gaz olduğunu biliyordum. Ama buna rağmen bende fasulye gibi nimetten sayılmak içün kendimi onların bu sözlerine inandırıyordum. Nasıl! Acıklımı hikayem? Gözleriniz yaşardımı? Durun! durun! Hemen ağlamayın. Çünkü daha devamı var.
Fazla uzağa gitmeye gerek yok. Çok sevgili Abim DVD den film izlemek içün teyzemlere giderdi (daha o zamanlarda bizim evde DVD yok). Giderken diğer abimi de yanında götürür, ikisi filmi izler, eve dönünce de utanmadan filmi anlatırlardı. Onlarla gitmeyi çok isterdim, beni yanlarına almazlardı. Bayramlarda iki abim teyzemin oğlu ile gezer, yalvarışlarıma aldırış edipte beni beraberinde gezdirmezdi. Tekrar okula dönecek olursak hocalardan bazıları öylesine katı, öylesine acımasızdı ki sanırım ileriki yıllarda ki çekingenliğim hocaların bu tutumundan kaynaklanıyor. Bir keresinde orta okulda iken hoca derste bir soru sordu. Cevaplamak için atıldım. Hoca beni kaldırdı. Soruya yanlış cevap verdim ki hiç vermez olaydım, hoca alaylı bir şekilde beni taklit ederek sırtıma defalarca vurdu. Bütün sınıf bana gülüyordu. O günden sonra tahta benim için korkuluk gibiydi. Derslerde soru sorulduğunda başımı eğer, gizlenirdim. Ne zaman sınıf başkanı seçilecek olsa kimsenin bana oy vermeyeceğini bildiğim için adaylığımı kendime saklardım. Bir keresinde de derste aklıma komik bir olay veya sahne geldi. Kendimi tutamadım ve tebessümle bulundum. Derse hocalık yapan müdür iki parmağıyla saçımı öyle bir çekti ki şimdi aklıma getirirken bile hala acısını hissedebiliyorum. Şimdi siz söyleyin. Böyle bir ortamda yetişmiş bir insandan sosyalleşme bakımından beklentiler neler olabilir? Efendim? Duyamadım. Ben de öyle tahmin etmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEK KELİMEYLE "HAYATIM"
General Fictionbu hikayemde olabildiğim kadar kendimi anlatacağım. Okurlarima şimdiden teşekkürler