nineteen |hope|

118 7 6
                                    

🎶 billie eilish - listen before i go





LMOLM







"Güneş'e küstüm, bu gece Ay beni daha çok sevsin diye."




İçi kararmış bir insanın elinden tutup ışığı gösterirseniz size ınanırdı çünkü bilmezdi ışığın ne olduğunu, nasıl olduğunu, nerede olduğunu. Tek çaresi size inanmak kalırdı ve inanırdı da.

Ben inandım.

Hiç bilmediğim bir şehirde üstüme hiç güneş doğmazken tutunacak bir dal aradım ve buldum.

Yıllar önce kaybettiğim şeyi ansızın bulmuştum sanki. Gerçi ışık nereden geliyordu, ne ile geliyordu hiçbir fikrim yoktu. Sevgi ne demek ondan bile bir haber olmamla birlikte bir çocuğa seni seviyorum diyordum çünkü ben sevginin tanımını küçükken kafamda yapmış ve ona göre oynayan bir kızdım, bana öğretecek kimse daha olmamıştı ama sanırım o da karşımdaydı. Tabii çok geç olmazsa.

Üstümde siyah dar pantolonum, siyah kapüşonlum, siyah botlarım ve siyah şişme montum ile saçlarımı iyice örten beremi düzelterek ilerliyordum. Artık sırtımda çantam bile yoktu çünkü bedenim o kadar güçsüzdü ki içine bir defter bile koysam taşıyamayacağım kadar ağır geliyordu. Bu yüzden bütün her şeyimi amfide sıramın altında bırakıyordum. Biz sınıfı boşalttıktan sonra orayı temizlemeye gelen ablalar bana çok kızardı ama yine de eşyalarıma zarar gelmesin diye ellerinden gelen her şeyi yaparlardı.

Amfiye yaklaşmak üzereyken Aron'ı gördüm. Yüzüme güzel bir gülümsemeyle bakarken beni beklediği aşikardı. Her gün aynı saatte, aynı yerde, aynı şekilde beni beklerdi. Ben de her gün aynı saatte, aynı yoldan ona doğru gelirdim.

Tekdüze hayatımda her şey hep yerli yerinde olurdu. Her gün aynı saatte kalkar aynı şeyleri yapar, aynı yoldan okula gider, aynı yoldan döner ve eve geldikten sonra da ders çalışır ve yatardım sadece bazen duş sıram değişirdi. Akşam yorgunluktan bitap düştüğüm zamanlar sabah duş alırdım.

Hayatımı hep bir düzen içinde yaşamak için bunca yıl çok çaba sarf ettim. Annemle babam beni on yaşımda Londra'nın soğuk ve karlı günlerinden birinde evimizin salonunda onlara yaşlı gözlerle bakarken terk ettiğinde sehpada Seoul biletim duruyordu. Büyük annem ve büyük babamın yanına Seoul'e geldiğimde hayatım zehirdi. Büyük annem hastaydı ki iki yıl sonra son nefesini verirken büyük babam bana bakmak istemedi. Kendi paramı kazanıp kendime bir ev tuttum ve üniversite masraflarımı babamın banka hesabıma bıraktığı para ile karşılamak zorunda kaldım çünkü kiramı verdikten sonra cebimde beş kuruşum bile kalmıyordu. O paraya dokunmamaya yemin etmiştim ama zorunda kalmıştım. Zaten bu hayatta yemin ettiğim şeyler dönüp dolaşıp bana bela oluyordu.

Yalan söylemek.

Annemle babam beni terk ederlerken beni çok sevdiklerini söylemişlerdi ama biliyordum, yalandı. O günden sonra asla yalan söylemeyeceğim diye kendime bir söz vermiştim ama o sözü asla tutamadım.

Ben yalancı bir insandım.

Herkese en çok da kendime bir ton yalan söylemiştim ve Taehyung'a. Taehyung'a çok yalan söylemiştim.

Onu çok önceden beri tanıyordum ve ilk onu gördüğüm yer hakkında söylediğim hikaye tamamen uydurmaydı. Onu seviyorum çünkü onun benim kaderim olduğuna inanıyordum. Ben onu Londra'da görmüş ve asla unutamamıştım, lise de bile aynı okula gitmiştik ama o asla beni görmemişti. Sesimi yoldan geçen birine bile duyuramazken okulun gözdesine duyurmaya çalışmıştım fakat onun da liseden sonra hayatı birden değişmişti. Bu süreçte pek yanında olamamıştım çünkü o sırada başıma gelen büyük bir sorunla uğraşmak zorunda kalmış ve üniversitenin ikinci dönemi okula gidememiştim. Ara ara okula gidemezdim. Geçmiyordu, ben her şeyi yapmıştım.

love me or leave meHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin