OMNIA MUTANTUR, NIHIL INTERIT

335 20 36
                                    

Omnia mutantur, nihil interit. (Her şey değişir ama hiçbir şey yok olmaz.)

Britanya Ordusu'nun komutanının oğlu akademisyen Mark, Papa'nın yanına; etrafı zeytin ağaçları, üzüm bahçeleri, buğday tarlaları ile çevrili, Akdeniz'den fazla olmasa da Tiber Nehri'nin esintileriyle taşan, upuzun yoluyla Vatikan'a sözde Katolik Teolojisi'ni kanıtlamaya gidiyordu.

Roma ile Vatikan arasında fazla büyük olmayan, taş duvarlı, ahşap kapılı, etrafı çitle çevrili, mütevazı bahçesi olan bir otelde konaklıyorlardı. Evinden iyi olamazdı ama burayı sevmişti. Kardinal biraz sorun çıkarmıştı tabii ki ama Mark o olmadan hiç bir şey yapayacağı için en güzel manzaralı odayı ona vermişti.

Mark ve askerleri, sabahın en erken vakitlerinde gelmişlerdi. Bu uzun yolculuktan sonra dinlenmeleri bir günlerini almıştı. Ertesi sabah, kaldıkları otelin bahçesindeki horozun ötüşüyle erkenden uyanmışlardı.

Mark krem içliğini, breechesi ve altına giydiği beyaz çoraplarına aynada uzun uzun baktı. Sıcağı sevmeyen birisi için bunlar çok fazlaydı. Doubletini giyip kollarını eşitledi. Uzun siyah deri botlarını ayağına geçirdi.

Saçlarını beretine düzgünce yerleştiriyordu. O sırada yaveri kapısını çaldı.

"Mark, atınız hazır. Siz de sanırım hazırsınız. Geç kalmanızı istemeyiz."

Bay Roy, Lee ailesinin en değerli çalışanı biricik yaverleriydi. Annesi, Mark'ın uslu durması ve zor durumlar da yardım etmesi için her yere onunla gitmesini tembihlerdi. Bay Roy Mark'ı çok severdi. Oğlunun küçük yaşta hayatını kaybetmesiyle Mark'a olan ilgisi artmıştı.

"Ben elbet hazırım. Ne zaman geç kaldığımı gördünüz?"

Mark suratına yamuk bir gülüş yerleştirdi, kollarını iki yana hafifçe açarak başını eğdi. Bay Kevin'in gülümsemesinin nedeni bu olsa gerek.

"Sanırım bir hafta önce aile yemeğine geç kaldınız."

O gün Bayan Lee, Mark ile tanıştırmak istediği hanımefendiyi de yemeğe davet etmişti. O kadar umutluydu ki yeni şamdan ve mumlar almıştı, neredeyse hiç kullanmadığı porselen setini kullanmıştı. Aşçılardan onu şaşırtmalarını istemişti. Hanımefendinin deniz ürünlerine alerjisi olduğunu bilse asla böyle bir şey istemezdi. Gece çok iyi başlamıştı. Mark karşı gelmemişti, annesinin bu kadar istekli olması şaşırtmıştı. Sadece ufak bir gecikme yaşanmıştı. Mark gerçekten suçsuzdu. Fakat yemekten biraz sonra tatlıya geçmişken hanımefendinin yüzü kızarmaya başlamıştı. Bayan Lee dışında kimse fark etmemiş, o ise sadece utandığını düşünmüştü. Fakat hanımefendinin suratı, boğazı ve elleri şişmeye başladığında ortalık biraz karışmıştı. Henüz iyileştiği haberini duymamıştı Mark. Bir ara ziyarete gitmeliydi, arkadaşı olarak.

"O benim hatam değildi. Biliyorsunuz ki Oscar çok yoğundum, babam işlerini bana yüklüyordu, sanıyorum fark etmişsinizdir."

Bay Roy kafasını yavaşça yere eğip, salladı. Bay Lee giderek yaşlanıyordu. Mark ağabeyinin daha çok yardımcı olmasını bekliyordu. Fakat yeni eşiyle tatile çıkmaya karar vermişti. Ancak o geldiğinde, üzerindeki yük azalmış ve Vatikan'a gidebilmişti.

"Elbette, sabrınızı tebrik ederim. Ben arkanızdayım, Papa'ya geç kalmazsanız eğer."

Oscar'ın tavsiyesiyle kahvaltı yapmadan bir kaç askeri ve Kardinal Julian ile yola koyuldu.

Atlar surları gördüğünde yavaşlamaya başlamıştı. Kapının önündeki görevliye Kral Henry'nin izni gösterilmiş, surların kapıları açılmıştı. Atlar yavaşça ilerlerken Mark atını durdurup askerlerinden önce davranıp indi. Kimse bu kadar ihtişamlı bir bahçe beklemiyordu. Akdeniz havasından mıdır nedir, sebzeler de meyvelerde çok iyi yetişmişti. Nane, kekik, üzüm, zeytin... Çiçekli kapılar, iki meşe ağacının arasında bir çeşme. Beyaza boyanmış demir banklar ve sandalyeler, ahşap masa bu görkemli sarı bina ile çok uyumluydu.

OMNIA MUTANTUR, NIHIL INTERITHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin