1

250 34 35
                                    

ufak bir hatırlatma: sevdiğim tüm erkeklere ile tamamen aynı değil, karakterler arasındaki ilişkilerde birçok farklılık var 🤍 keyifli okumalar

Normal geçeceğine gönülden inanmak istediğim bir pazartesi gününün sabahında, ağabeyim Ten'in yan komşumuz olan sevgilisi Johnny ile olan hararetli kavgasına uyanmıştım. Ağabeyimin hıçkırıklarının arasından yükselen sesine odaklanmamak için elimden geleni yaparken, bunun ikisinin klasik kavgalarından biri olduğunu düşünüyordum.

Değildi, bunu çok sonradan anlayacaktım.

O gün yolunda giden tek şey aşağıdan gelen yoğun pankek kokusuydu, çünkü hayatında hiçbir sorun yokmuşçasına yüz kişinin hayat enerjisini tek kişide barındıran on beş yaşındaki kardeşim Yangyang bile o sabah oldukça durgundu ve bakışlarını benden kaçırıp duruyordu.

"Hendery," dedi Yangyang babam onun tabağına pankeklerini bıraktığı sırada, "Bugün seninle gelmesem bana kızar mısın?"

"Hayır, henüz on beş yaşında ölmek istememen normal bir şey."

Cümlem babamın yüzünü güldürürken, ben de ona doğru bakıp güldüm.

Qian Kun, üç koca oğlan babası, tam yirmi üç aydır eşinin arkasından yas tutmayı başarmış, bir yandan işini aksatmamış ve üç oğlunun dertleriyle de teker teker ilgilenmişti. Açıkçası bazen ona bakıp hayret ederdim, aynı şeyi ben yaşıyor olsam muhtemelen şimdiye kadar çökmüş olmam gerekirdi.

Fakat biliyordum, geceleri gizlice annemden kalan sigaraları içtiğini, onun adını sayıklayarak kabus gördüğünü ve bazen terasta yıldızları izleyerek ağladığını biliyordum.

Dikkatimi merdivenden gelen topuk sesleri dağıtırken (ki topuk seslerinin tek anlamı Johnny'nin yanına gidiyor oluşuydu, ağabeyim Johnny'nin yanında kısacık gözükmekten nefret ettiği için hafif topuklu botlar veya kalın tabanlı ayakkabılar giyerdi) ağabeyimin donuk sesi kulağıma ulaştı, "Bir saate dönerim baba."

"Hiç dönme." deyiverdim içimden, fakat bunu dile getirmeye henüz cesaretim yoktu.

Henüz.

"Kahv--"

Babam cümlesini bitirene kadar kapıdan çıkan ağabeyim Ten'in ardından, oldukça sessiz olan Yangyang söze girdi, "Ondan ayrılacak."

Ağzımdaki portakal suyunu yutup ona döndüm, "Ne?"

"Dediğimi duydun." dedi bakışlarını yine benden kaçırırken, "Ten Tayland'a gidiyor. En az dört sene burada olmayacak ve bilirsin, Ten'in bazı prensipleri var."

Bu doğruydu, Ten her zaman üniversiteye başladığında yalnız olmak istediğinden söz edip dururdu.

Johnny'nin canı çok yanacaktı.

Tanrıya bir kez daha küfrettim, annemi benden erkenden aldığı için, babamı yalnız bıraktığı için, düzgün araba süremediğim için, kışlar uzun sürdüğü için, Ten'i bu kadar sinir bozucu yarattığı için, Johnny'yi bana değil ona verdiği için.

"Gidiyorum ben," dedim portakal suyumun sonunu içtikten sonra, "Sicheng'i alacağım. Benimle gelmeyeceğine emin misin Yangyang?"

"Evet." dedi yüzüme bakmadan, hemen ardından pankeklere tekrar gömüldü.

Omuz silktim ve babama döndüm, "Görüşürüz baba."

Babam bana el salladığında evden çıktım.

Göz ucuyla yan evin verandasına baktığımda ağabeyim ve sevgilisini sarılmış otururken gördüm.

Haksızdın Yangyang, diye düşünmek istedim fakat içimden bir ses bir gariplik olduğunu söylüyordu.

sevdiğim tüm erkeklere; xiaoderyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin