episode 1

229 40 80
                                    

Özenle kutusuna yerleştirdiğim kemanımı son kez kontrol edip fermuarını kapattığımda, çıkmam için kapının önünde nöbet tutan Bayan Park'a döndüm

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Özenle kutusuna yerleştirdiğim kemanımı son kez kontrol edip fermuarını kapattığımda, çıkmam için kapının önünde nöbet tutan Bayan Park'a döndüm.

"Yarın aynı saatte mi geleceğim?" keman çantasını sırtıma geçirirken göz ucuyla mimiklerini izlemiş, kafasını sallaması ile birlikte bıkkınca omuzlarımı düşürmüştüm.

Keman çalmaktan da Bayan Park'dan da nefret ediyordum. Annem, beni bu lanet keman kursuna ilk yazdırdığında her şey tıkırında işlesede her çocuk gibi bende sıkılmıştım.

Akranlarım kemana ilk başladığım yıllarda parklardan parka koşarken, ben konservatuarda parmaklarımı tellere yerleştirmeyi öğreniyordum.

Haliyle çocukluğum annemin zevki yüzünden yarım kalmıştı. Bu da göğsümün ortasında büyük bir acıya sebep oluyordu.

Saatlerdir beni boğmak istercesine bakan kadının yanından geçip geniş koridorda ilerlemeye başladığımda hemen karşı sınıftan çıkan Bay Kim'le gülümsemiştim.

O, belki de bu sıkıcı konservatuar da ilgimi çeken tek unsur olabilirdi.

Öylesine mükemmeldi ki, görünüşünden sıkılmamak için ona bakamıyordum bile. "Hey, Jisoo!"

Varlığımı farkedip yanıma adımladığında, uzun merdivenleri beraber inmeye başlamıştık. Ona bakmamak için kendimi öyle çok sıkıyordum ki bir an sendeleyip yere düşecek gibi olsam da toparlanmam uzun sürmemişti.

"Dersiniz bitti mi?" gülümseyerek konuştuğumda kafası ile beni onaylamış ve yavaşça parmaklarını havaya kaldırmıştı.

"Dersimle beraber parmaklarım da bitti." Bay Kim seçkin ailelerin çocuklarına piyano dersi veren, fazlasıyla yetenekli bir öğretmendi.

Parmakları piyano tuşlarının üzerinde gezerken o notaların uyumuyla, bense onun kusursuz yüzünün aldığı ifadeyle eriyordum. Tıpkı bir mum gibi yavaş yavaş.

"Charlotte yine sana sinirli anlaşılan." tabanlarını yere sertçe vurarak arabasına ilerleyen kadına baktığında yüzümü buruşturmuştum.

Park Soo-Young, kendini Fransız kraliyet ailesinden gelme bir prenses sanarak kendine Charlotte ismini vermişti.

Ancak benim gözümde hala pasaklı Soo-Young'du işte.

"Soğukmuş." dışarıya henüz adımımızı dahi atmamışken Bay Kim konuşmuş, ardından esen rüzgarla da yüzünü buruşturmuştu.

Sürekli böyleydi. Konservatuar içerisinde görüp görebileceğiniz en sert hoca da olsa, ders saati bittiğinde bir pamuk gibi yumuşuyor etrafına gülücekler saçıyordu. Tabii, rüzgarla buluşana kadar.

Sabah özenle maşaladığım saçlarım rüzgarın etkisiyle karman çorman olurken, bütün çabalarıma rağmen düzeltmeyi bir türlü becerememiştim.

prain ¦ vsooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin