(:)(Keyifli okumalar;))
Zaman akıp gidiyordu,onu durdurmanın hiçbir yolu yoktu. Bazen normal bir esinti bazense bir kasırga oluveriyordu,zaman. Bizden birşeyleri elimizde sıkıca tutamayacağımız kadar güçlü çekip,alıp götürüyordu. Bizim hayallerimiz ve sahip olduklarımız ise toz taneleri,su damlacıkları oluyordu. Sonra zaman topladığı harabeleri,birikimleri alıp başka topraklara,başka hayatlara fırlatıyordu.
Zaman benim hayallerimden bir parça falan almamıştı,yavaş geçiyormuş gibi falan da davranmamıştı. Hayat beni kollarımdan tuttuğu gibi alevler ile denizin kesiştiği bir yere atmıştı. Ne boğulmayı istiyordum,ne de yanmayı. Ben bir pusulanın bozulduğu anda ki gibi,göstergelerimin delicesine dönmesini izliyordum. Büyük bir mavide kaybolmuş,ufak bir hayal parçası gibi.
****
Elimde tuttuğum uçurtmayla koşuştururken,heyecanla gülümsüyor,rüzgarın esmesini dört gözle bekliyordum. Bir çocukluk anısıydı işte. On beş yaşıma kadar Balıkesir'de yaşamıştım. Kaz dağlarında yaptığım o güzel haftasonu kaçamakları hala aklımdaydı. Uzandığım ikili koltuktan bacaklarımı sarkıtarak kalktım. On dakika sürmesi gereken duştan bir saat sonra çıktığımda hava tam anlamıyla aydınlanmıştı. Dolabımdan dar kotumu alıp üzerine de haki renk omzu açık örgü bir kazak giydim. Bir gazetede çalışıyorsanız ve pazar günleri mesaiye dahilse,spor giyinebiliyordunuz.
Üç buçuk yıldır yazarlık yaptığım gazetede çalısmayı gerçekten seviyordum,pozitif bir aurası vardı. Bu işte çalısmaya başladığımdan beri daha neşeli ve enerji doluydum,sanırım. Saçlarımı kurutup omuzlarıma saldım,ve deri sırt çantamı alıp botlarımı ayağıma geçirdim. Sabahları kahvaltı etmez sadece bir fincan çay içerdim. Arabanın anahtarını portmantodan alıp dışarı çıktım.
Hava güzel sayılırdı. Arabayı çalıştırıp radyoyu açtım ve açık camdan içeriye hücum eden sert hava tenimde iz bırakıyordu. New York'un bol trafikli,renkli caddelerinde yol alırken arada bir saate göz atıyordum. Bir magazin gazetesinde çalışıyordum ve gerçekten eğlenceliydi. Kendime pek vakit ayıramıyordum ama...
Saat tam dokuzu gösterdiğinde nefes nefese asansöre binmiş,bana garipseyen bakışlar atan birkaç kişiye gülümsüyordum. Herhalde bu hareketimden sonra deli olduğuma kanaat getirmişlerdi,her neyse. Asansörden inip odama doğru koşar adımlarla giderken,kesinlikle patronumla karşılaşmayı düşünmüyordum.Muzhipçe gülümseyip "Günaydın,John" dedim. Asistanımın masasına oturmuş elinde kahvesiyle bana bakan bu yaşlı adam bana ailesindenmişim gibi davranırdı.
"Sana da. Bu arada Sky,bugün işin şirkette değil. Biliyorsun,bugün Josephine ile Brian'ın düğünü var. Hani şu ünlü akınının olacağı düğün. Ne zamandır röportaj almak istediğimiz Dean Mopherius da davetli,senden bu işi bu akşam halletmeni istiyorum," deyip kahveyi bitirip bardağı çöpe attı.
" Ne?! John o adam deli herifin teki. Beni yaşlılarla karşılaşmak zorunda bırakma. Tanrım! Bak istersen her pazar çalışabilirim,ama o adam olmaz!"
"Abartma Sky. Sadece yaşlı,bunağın teki. İşi ve ailesi ile ilgili birkaç ufak soru,eminim bu işin üstesinden gelebilirsin. Biliyorsun ki en güvendiğim ve başarılı elemanım sensin." Ve sonra sırtımı sıvazlayıp,işi bana kakaladığını belirtir şekilde sırıtarak gitti.
Bense suratımda ki aptal ifadeyle olduğum yerde kalakalmıştım. Tanrım! Ben yaşlılardan nefret ederdim. Sinirle arkamı dönüp bana temkinle bakan asistanım Meghan'a çıkıştım.
" Düğün ile ilgili bilgileri istiyorum,hemen!
Odama girip kapıyı sertçe kapattım ve sinirle dart tahtasına yöneldim. Çekmeceden John'un -ne kadar sevsemde patronlar uyuz oluyorlardı- resmini alıp dart tahtasına yapıştırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HEARTLESS
Teen FictionSade,neşeli bir hayatı olan sıradan bir gazeteciydim. Ta ki lanet patronumun verdiği göreve kadar. Ben yaşlılarla anlaşamazdım,yani yardım almadan...