"Ne yeri ne de zamanı." diyor ben çıplak sırtına göğsümü dayarken.
Biliyorum Minho, ne yeri ne de zamanı.
"Gitmeni hiç istemiyorum." diyorum gözlerimi yer tahtalarına dikip.
Çıplak sırtıma tırmanan soğuk beni daha da savunmasız bırakıyor.
Öylece gitmene izin vermeyeceğim bu gece. Bu gece bir şeyler değişecek artık. O eski yıkık avluda peşinden atlayan varoş olmayacağım.
"Changbin." diyor titrek bir nefesle.
"Buraya ait değilim bunu benim kadar iyi biliyorsun. Evime dönmem lazım."
"Ait değilsin biliyorum-"
"Ama sadece buraya değil, hiçbir yere ait değilsin."
"Sen varoluşun başından beri süre gelen bir hayal gibisin."
Ellerim bedenimi sarıyor. Soğuğa direnecek kadar gücüm kalmadı gibi. Eski bir rus hikayesindeki sokak köpeği gibi titreyerek kalktığım yatağa dönüyorum. Titrek hisler ruhumu bir anne şefkatinde sarıyor. Yalnızlık diyorum ben buna, bu seferlik.
Başka bir zaman Minho diyeceğim. Adı bitmemiş bir mit olarak zihnime kazınacak. Duygularımdan ötede, benliğime ayna tutan vebalı bir el olacak.
"Eğer bu halde rahipler bizi görürse canımızı bile alır." diyor yanıma yorgunca oturup. Onca gece yakalanmadan yanıma sokulmamış gibi.
Ellerini dizlerine koyup gözlerini çoktan sönmüş gaz lambasına dikiyor. Yorgunluğu öylesine derin ki.
Belki de ancak aylar önce yıkamaya fırsat bulduğu bedeni öylesine derin ki. Ona dair hiçbir şey beni rahatsız etmiyor artık.
Ne ellerindeki nasırlar ne sırtındaki dayak izleri ne de fersiz gözleri.
Geceleri gizlice odama girişleri, tarlada tüm gün ter dökerken yarım saatlik yemek molasında onun için gizlice aşırdığım yarı kesik sarma alman tütünleri, kimse görmeden beni derince öpüşleri, sevişleri...
Bunlar kadar rahatsız etmiyor en azından.
Başkası olsa tam tersini örnekler belki de. Ama hayır. Onun taşra bedeni söz konusuyken hayır.
Ben bu küstah ve müstehcen jestlerin altında rahatsızca kıpırdanıyorum. Ama o üzerimdeyken mesela sessizce uzanmak isterim. Çünkü gözleri gözlerime değer ve ben sanki geceyi izlerim.
Yıldızsız berrak bir geceyi. Güneş nerede derseniz o battı çoktan. Ayağına bir çift demir ökçe geçirdiler ayaz bir vakitte tanrının haberi yokken. Sonra öylece Samanyoludan sallayıverdiler evrene. Atlas kozmostan düşüşünü izledi.
Minho tekrar ayaklanırken yine soğuk sırtına yapışıveriyorum. Bir şey demiyor bu sefer. Hem ne diyecek ki? İtiraz etmeyi çok uzun zaman önce unutmuş biri o. Benim gibi bir kilise soylusuna hele ki.
Bu çırpınışların faydası yok. Sevgimi görmemek için daha da körelemez ki bedeni.
Sonunda o da vazgeçiyor zaten. Bir ceset gibi üzerime uzanıyor tekrar. Nefes alışverişlerini kendi göğsümde hissediyorum. Dudakları varlığından bile ancak onunla beraber haberdar olduğum bedenimde geziniyor.
Dokunduğu yerleri saymaya kalksam güneşin idam edildiği kozmosta bir cümbüş başlatmak gerekir.
Bazı sayımlar böyledir çünkü.
Bir.
İki.
Üç.
Minho.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gariban manifestosu. minbin
Short StoryUzaklaşıp bana sırtını dönerken belki de yıllar sonra cenazesinde bedenini örtecek gömleğimi bir taşra mahcubiyetinde utana sıkıla istiyor. "Bay Seo-" diyor ellerini kavuşturup. "Bir gömleğinizi alabilir miyim?" [minbin] [oneshot]