𝒘𝒉𝒊𝒕𝒆 𝒔𝒉𝒆𝒆𝒕

39 4 4
                                    




Başımı cama yasladım. Gece olduğu için trenin içi sessizdi. Bu beni daha da çok düşünmeye itiyordu. Son iki haftada başıma gelenleri yazsam roman olur belki. Ama kötü sonlu...

İşten atıldığım günün akşamı babaannem ölmüştü. Moralim bozuk olarak geldiğim evden kalbim paramparça olmuş bir şekilde çıktım. Komşular yerde baygın bir şekilde bulmuş. Kalp krizi. Telefonumun şarjının bitmesi yüzünden son anlarında yanında da olamamıştım. 16 yıl boyunca karşılıksız bir şekilde bana hem yuvasını hem de sevgisini vermişti. Annem 4 yaşındayken beni kapısına bırakıp gitmiş. Şu an nerede bilmiyorum, merak da etmiyorum. Babam ise ben daha doğmadan askerde vurulmuş.

Mark, kuzenim. Artık tek ailem. Aylar sonra cenazede görme şansım oldu. Seoul'e okumaya gittikten sonra yılda birkaç kez görüşebilmiştik. Bu sebeple görüşebilmeyi hiç istemezdim. Onun sayesinde Seoul'e gitmeye karar verdim. Tek arkadaşım ve Mark'ın sevgilisi olan Donghyuck da Mark ile aynı üniversiteye gidiyordu. Sanki hyuck bana hiç anlatmıyormuş gibi bir de Mark'ın ağzından 'sevimli' yaşantılarını bir kere daha dinlemiştim. Kısacası oranın güzelliklerini anlatarak beni ikna etmeye çalışıyordu ve başarmıştı da. Burada kalacak bir sebebim de kalmamıştı zaten.

Mark omzuma yaslanmış bir şekilde uyuyordu. Olaylar beklediğimden hızlı gerçekleşmişti. Konuştuğumuz günün akşamı üniversiteye başvurumu yapmıştım ve tek başarım olan notlarım sayesinde de bir buçuk hafta içinde kabul edilmiştim. Birazcık Mark'ın 'tanıdıkları' sayesinde işlemler hızlanmış olabilir. Kalacak yer konusunda da, Mark ne kadar Hyuck ile beraber kaldıkları evde boş bir oda olduğunu söyleyese de daha fazla yük olmak istemediğim için yurtta kalmak istediğimi söylemiştim. Şansım beni şaşırtmıştı. Mark'ın arkadaşlarından birinin yakın zamanda oda arkadaşı taşınmış. Onun yerine geçecem gibi gözüküyor. Mark'ı tam anlamıyla sömürmüştüm. Bu konuda ne kadar üzgün olsam da yine eski zamanlardaki gibi hep birlikte olacağımız için de mutluydum.

Başım ağrımaya başlamıştı. Son zamanlarda fazla hassaslaşmıştım. Düşüncelerim içinde boğulurken uyuya kalmıştım bile.


Kolumdaki acıyla uyandım.

"Hey!!"

"Bir türlü uyanmadın ne yapayım. Şu derin uyuma alışkanlığını bir türlü bırakamadın."

"Elimde olan bir şey mi sence?" gözlerimi devirerek kollarımı çaprazladım.

"Tamam kızma hemen. 10 dakika sonra ineceğimiz için uyandırayım dedim." sırnaşarak söylemişti.

Bir şey demeden eşyalarımı toplamaya başlamıştım. Mark'ın 'mükemmel' uyandırma yöntemi sayesinde iyice sinirlerim gerilmişti. Bunu ona yansıtamazdım. Benim için yaptığı o kadar şeyden sonra yüzüm yoktu.

Bavullarımız elimizde çıkışa doğru yürüyorduk. Fazla eşyam olmadığı için içten içe şükrediyordum. Evi boşaltma konusunda da sıkıntı olmamıştı. İçindeki çoğu eşyayı satmıştım. Ama evi satamamıştım. Gönlüm el vermemişti. Ne kadar normal bir yaşantı sürmüş olsam da o evin içindeki huzuru başka bir yerde bulabileceğimi düşünmüyordum. Ağlama hissini ikinci plana atmaya çalışıyordum.

O kadar çok dalmışım ki üstüme atlayan bedenle kendime gelmiştim.

"Jaeminnie seni ne kadar çok özledim bilemezsin." diyerek boynuma sıkı sıkı sarılarak ağlayordu Hyuck. Zaten dolu olan gözlerim uzun süredir göremediğim arkadaşımın sözleri ile akmaya başlamıştı. Dışarıdan deli gibi gözüktüğümüze eminim.

"Hadi sakinleşin artık. Özleminizi arabada giderebilirsiniz." diyerek bizi ayırmaya çalışıyordu Mark. Hyuck ölümcül bakışlarını Mark'a attıktan sonra koluma girerek yürümeye başladı.

"Neden bana geleceğini söylemedin? Mark da hiçbir şey söylemedi."

"Sürpriz olsun istemiştim. Bu arada yurtta kalmak istiyorum da ne demek." sinirli bir şekilde söyledi. Mark çenesini rahat tutsa...

"Daha fazla yük olmak istemedim. Öyle olmadığımı düşündüğünüzü biliyorum ama yeteri kadar Mark'tan yardım aldım zaten. Ve her sabah gördüğüm ilk şeyin yiyişmeleriniz olmasını istediğimi hiç sanmıyorum."

"Abartıyorsun. Neyse ama yine de yurta yerleşene kadar bizde kalacaksın."

"Tabikide. Sizden başka kimsem yok zaten."


Yarım saatlik araba yolculuğunun sonunda eve gelebilmiştik. Şehirden uzak ama üniversiteye yakın bir yerdeydi. Mark'ın ailesi Kanada'ya taşındıktan sonra ev ona kalmıştı. Bunun karşılığında da yarı zamanlı işleri sayesinde geçinmeye çalışıyordu. Bu kadar büyümüş olması beni duygulandırıyor her ne kadar benden bir yaş büyük olsa bile.

"Nana eşyalarını sonra yerleştirirsin. İlk önce yemek yiyelim."

Masayı gördükten sonra "Mark'ın nasıl açlıktan ölmediğini de bu sayede öğrenmiş olduk." dedim.

"Neyim varmış benim!"

"Mark daha yumurta kırmayı bile beceremiyorsun. Haklı."

Hyuck'un bu sözüyle uzun bir süre sonra ilk defa kahkahalara boğulmuştum.


Jaemin kafasını yana çevirdiği zaman gördüğü manzaraya hiç şaşırmamıştı. Mark yolun yorgunluğu ile bayılıp kalmışken Hyuck da Mark'ın üstünde, onun sıcaklığı ile uyuya kalmıştı. Jaemin, iç çekerek ayağa kalktı ve koltuğun üzerindeki örtüyü üstlerine örttü. Yatmadan önce temiz hava almak için balkona çıktı. Orman manzarasını izlerken bir yandan da yeni hayatını düşünmeye başlamıştı. Hayatındaki her şey yeni olacaktı. Yeni bir şehir, okul, arkadaşlıklar... Yeni bir hayat...

Hayatına beyaz bir sayfa çekmişti.

love song-nominHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin