taehyung, trenden indiğinde güven almak istermemişçesine elindeki valize daha sıkı sarıldı. diğer elinde ise bir türlü yerinde durmayan köpeğinin tasması vardı, sanki yeontan da sahibinin heyecanına ortak olmak istiyormuş gibi sürekli havlıyor ve kendi etrafında dönüp duruyordu.
bir yandan adımlarken bir yandan şu an ne yaşadığını anlamaya çalıştı. bir süre önce ölüm tarihini öğrendiği korkunç bir uygulamada belki de şu an en çok güvendiği kişiyi bulacağı söylense gülüp geçerdi. bütün bunların gerçek olması taehyung'u deli gibi korkutsa da jungkook ile tanışmasa ne olurdu diye düşünmeden de edemiyordu. kendisine göre jungkook ondan hoşlanmasa bile taehyung için çok da önemli değildi. zaten kısa bir süreleri kalmıştı, reddedildiğinden dolayı üzülmek için vakti bile olmayabilirdi.
seri ve heyecanlı adımlarını sürdürürken en son aylar önce ayak bastığı bu şehirin havasını soluyup yeontan'ın havlamaları eşliğinde titrekçe iç çekti ve bakışlarını lila converse'lerinden kaldırarak etrafına bakmaya başladı. acaba jungkook gelmiş miydi yoksa geç mi kalacaktı? birbirlerini ilk gördüğünde ilk ondan mı bir şey beklemeliydi ya da hemen onun boynuna mı atlamalıydı? aklı tüm bu sorularla o kadar doluydu ki kendine doğru adımlayan jungkook'u bir türlü fark etmedi.
jungkook taehyung'u görür görmez atışları hızlanan kalbine bir anlam veremedi. ilk defa olmuyordu; 21.21 buluşmalarında taehyung heyecanlı heyecanlı gününü anlattığında, kendini iyi hissetmediği zamanlarda uzun uzun onunla konuştuğunda ya da jungkook'un pek de komik olmayan edebiyat şakalarına kahkaha atarken de olmuştu, her defasında yabancı karşılamış ne yapacağını bilememişti. bu hız jungkook'a kalp krizi geçirdiğini düşündürecek türden bir hız da değildi. taehyung'u kalan beş ayının her gününde kendinden çok seveceğine işaret edecek türden bir hızdaydı.
jungkook taehyung'un onu görmediğini fark edince istemsizce gülümsedi jungkook'u bulmak için etrafına bakınan bir yandan da köpeğini zaptetmeye çalışan çocuğu bekletmemek adına adımlarını hızlandırdı.
akıldan uçup giden düşünceler, açılan bağcıklar ve düşmeyi umursamadan az önce gördüğü jungkook'a doğru koşan taehyung...göz göze geldiklerinde tüm gerginliği sabun köpüğüne üflenmiş gibi dağılırken yeontan da taehyung'la yarışa girmiş, onunla beraber koşuyordu. düşmemek için büyük bir savaş verdiği bu sırada kışın habercisi olan serin hava burnunu sızlatıp gözlerini yavaştan doldururken kendisine doğru gelen jungkook'un açılmış kollarına atlarken tereddüt etmemişti.
kolları istemsizce boynuna sarılırken henüz kendini jungkook'un gözlerine bakıp konuşacak kadar özgüvenli hissetmiyordu taehyung. konuşmak yerine başını kendisinden uzun olan hyungun omzuna yaslamış ve dökülmek üzere olan gözyaşlarını tutmaya çalışmıştı. neden bu kadar hassas hissettiğini taehyung da bilmiyordu, tüm ihtiyacını olan jungkook'un kollarında olmak olduğunu düşündü.
"hyung..." diye konuşmaya çalışsa da dökülen birkaç yaş yüzünden dudaklarını birbirine bastırıp kaldırdığı başını yeniden omzuna koymuştu.
jungkook da beklemeden kollarını taehyung'un ince beline sarmış küçüğünün ağladığını fark ettiğinde gözlerini bir süre kapatıp hiçbir şey diyememişti. öylece kaldı ve taehyung'un saçlarını okşadı. içinde bulundukları durumu biliyordu taehyung'a destek olabilecek tek kişi jungkook'tu, büyük olan bu sorumluluğun altında zaman zaman ezilse de ona yalnız hissettirmemek için death counter gibi bir uygulamadan da olsa desteğini hissettirmek için elinden ne geliyorsa yapmıştı. "hoş geldin güzelim..."
"...neden ağlıyorsun, yoksa yeontan seni üzdü mü?"
"mutluluktan ağlıyorum hyung.'' taehyung başını kaldırdıktan sonra ellerinin tersiyle yaşlanan gözlerini silmiş ve gözlerini jungkook'a çıkartmıştı. en son görüntülü konuştuklarından beri uzamış saçları, dudağının altındaki beni, tenini bir sanat eserine dönüştüren dövmeleri ve giydiği simsiyah kıyafetleri göz alıcı gözüküyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
death counter : taekook
Fanfictionölüm tarihini bilseydin hayatın nasıl değişirdi? ©tüm hakları death counter uygulamasında saklıdır. ussmitc & dianavien