[shape shifting!au
kim doyoung, 985]Gece yarısını tam üç geçe, henüz yatağımda uzanıp uykuya yeni yeni dalmışken uzaktan gelen bir uğultuyla uyandım. Nereden ve neyden geliyordu bilmiyordum, neden uyandığımdan bile emin değildim fakat bende çok garip hisler uyandırdığını çok net hatırlıyorum. Kalbim sıkışıyor, midem bulanıyordu bu uğultuyu duydukça. İçimi kıyıyordu, soğuk soğuk terliyordum. Sanki bir şeylerin sona yaklaştığını haber veriyordu, acı çekiyordu ve acı çektiriyordu.
Yatağımda doğrulup sağdaki pencereye doğru baktığımda camı açarak uzaklara bakan Doyoung'u gördüm. Garipti; dimdik duruyor, tek bir kası bile hareket etmeden bana arkası dönük bir şekilde camdan dışarıyı izliyordu.
"Uğultuyu duyuyor musun?"
Soruma yanıt vermedi. Bir süre daha dikildi ve ben her saniye daha da kötü hissetmeye başladım. Benim bildiğim Doyoung kolay kolay uykusundan, yanımdan kalkıp gitmezdi. Aynı eve çıktığımızdan beri, yaklaşık iki sene oluyordu, ilk defa böyle bir olaya şahit oluyordum.
İlk defa böylesine kara bir ses duyuyordum.
Yatağımdan kalkamadım. Uğultu bir süreliğine kesildiğinde Doyoung bana döndü. Yüzü kaskatıydı, ruhsuzdu. Saçları dağınıktı ve geçen ay ona hediye ettiğim krem rengi kazak şimdi gölgede siyaha çalıyordu. Sessizliğin yoğunluğu arkadaki uğultuyu bastırırken kalp atışımı dahi duyamaz oldum.
Çok geçmeden sevgilim düz bir sesle, "Uyumaya devam et Seo," dedi, ardından telefonuna dahi uzanmadan yalnızca eline montunu alarak yatak odamızdan sessizce ayrıldı.
Nereye gittiğini bilemedim. Neden dışarıya böylesine gergin bir halde çıktığına anlam veremedim. Peşinden gitmeyi akıl edemeden orada öylece kaldım bir süre, şok içindeydim sanırım, emin değildim.
Uğultuyu yeniden duymaya başladığımda ise kalkıp kustum. Ardından nereden geldiğini anlamadığım bir dürtüyle odadan koşarak çıktım, Doyoung'un izinden gittim.
Evimiz ormanlık bir arazinin içindeydi, burayı ben istemiştim. Anlamsız bir istekti, evi görür görmez sadece burayı istemiştim ve karşı koyamamıştım. İnsanlardan uzakta olmak çok mutlu etmişti beni, nedenini anlamamıştım.
Evden çıktığımda çıplak ayaklarım karla buluştu. Soğuğu iliklerime kadar hissederken bir anlığına geri dönüp uyumaya devam etmeyi düşündüm, tıpkı Doyoung'un yapmamı söylediği gibi. Hatta anlamadığım bir dürtü şehir merkezine geri dönmemi söyledi kulağıma doğru. Fakat devam ettim. Adımlarım hızlandı. Neredeyse koşuyordum artık. Kar yağmıyordu ama keskin soğuk tenime çarpıyor, gözlerimi yaşartıyordu. Üzerimdeki saten geceliğin hiçbir yardımı yoktu.
Ağaçların arasına dalıp ayak izlerini takip ederken etraf sessizdi. Uğultu birkaç saniyede bir kendini gösteriyordu. Her yer bembeyazdı, karanlık olması gerekiyordu, etrafı görememem gerekiyordu fakat görüyordum. Gölgeleri görüyordum, yanından geçtiğim çam ağacının en alt dalından yere sarkan sarkıtları görüyordum. Nasıl görebiliyordum anlamadım. Düşünmedim, yalnızca ilerledim.
"Doyoung!" diye seslendim ileriye doğru. Yerde ayak izlerini bulmuştum. Daha da derine gidiyorlardı. Burayı nasıl biliyordu? Merkeze giden patikayı kullanırdık hep, buraya kadar daha önce hiç gelmemiştik.
Düşüncelerim beni şüpheye düşürdü. Belki de o gelmişti. Ben evdeyken onun nerede olduğunu bilemezdim. Belki burayı sandığımdan daha iyi biliyordu.
Ayak izlerini takip etmeye devam ederken ısınmak adına birbirine doladığım kollarımı çözdüm ve biraz daha hızlandım. Artık o kadar da soğuk gelmiyordu orman, belki de alışmıştım, belki de hissedemeyecek kadar uyuşmuştum, bilemedim. Fazla da üstünde durmadım zaten, üzerinde durmadığım bir detaydı benim için. Büyük bir yapbozun küçük bir parçası.
"Doyoung!"
Zaman kavramını yitirdikten bir süre sonra duyduğum hışırtıyla durdum ve sese doğru çevirdim bedenimi. Minik bir hışırtıydı, duysanız belki kuş uçmuştur dersiniz fakat çok yakınımdaydı. Sese doğru hızla ilerleyip birkaç ağacın arasından geçtim ve onu gördüm. Onu.
Arkası bana dönüktü. Kahverengi saçları dağılmıştı. Dizlerinin üzerine çökmüş ileriye bakıp bir şeyler mırıldanıyordu.
Ve o uğultuyu duydum. Tam buradan, Doyoung'un baktığı yerdeki siluetten çıkıyordu. Acı çekiyordu ve duyduğum her saniye ciğerlerimde keskin bir acı hissediyordum. Sanki içimde bir şey beni kemiriyor gibiydi. Gözlerim acıyla yaşarıyordu fakat uğultu kesildiği an.... duruyordu. Sanki hiç var olmamış gibiydi.
Bir sonraki uğultuyla dizlerimin, ardından da ellerimin üzerine düştüm. Kemiklerim ve kaslarım gerilirken görüşüm birkaç saniyeliğine bulanıklaştı. "Doyoung." Fısıldadım, ama duyanım olmadı. Ağzımdan birkaç ses çıkarken tenim o kadar gerildi ki bağırmak istedim. Ağzımda berbat bir tat oluştu, ellerimin altındaki karı hissedemez oldum. Soğuk yok oldu, karanlık yok oldu ve etraf parlamaya başladı.
Ben parlıyordum.
Görüş açım tamamen netleştiğinde yere düştüm. Ellerim gitmişti; bembeyazdım, kardan daha beyaz tüylerle kaplanmıştım ve toynaklara benzeyen şeyler vardı ellerimin yerine. Dengemi bir türlü sağlayamıyordum.
"Neler oluyor?" Şaşkınlık içinde sorduğumda demek istediğim cümle yerine bir uğultu sesi çıktığını fark ettim. O uğultuydu, beni uykumdan uyandırıp ormana sürükleyen, acı veren uğultu. "Ne?" Aynısıydı. Tıpa tıp aynı uğultu.
Doyoung bana bakıyordu, yüzünde üzgün bir ifade vardı. Hiçbir şey anlamıyordum, neydim ben? Nasıl hayvana dönüşebilmiştim? Doyoung burada ne yapıyordu?
"Doyoung!" Bağırdım ama tek çıkan ses ağzımdan çıkan acı dolu uğultuydu. Ağlamaya başladım. Kafayı yemiş olmalıydım, böyle bir şey gerçek olamazdı. "NELER OLUYOR!"
Doyoung bana yaklaştı ve kollarını boynumun olması gereken yere dolayıp eliyle büyük alnımı okşadı. Elleriyle kafamın üstündeki iki şeye dokundu. Boynuzlarıma, boynuzlarım vardı evet, onları hissedebiliyordum. Ağırlığını taşımak zordu fakat katlanılabilirdi.
Gözlerim az önce Doyoung'un önünde yerde yatan siluete kaydı. Bir kadın bedeniydi. Üzerinde bordo, saten bir gecelik vardı ve siyah uzun saçları karın üzerine yayılmıştı. Karnındaki açık yaradan akan kırmızı kan etrafa yayılmıştı.
O bendim. Benim bedenimdi. Birkaç dakika önce giydiğim saten gecelik şimdi yerdeki bedenimin üzerindeydi.
Doyoung ağzını açıp bir şeyler dedi ama anlamadım. Normal konuştuğunu biliyordum ama anlayamıyordum. "Anlamıyorum," dedim ağlarken, o da beni anlamadığını belli edercesine baktı ve konuşmaya devam etti fakat ne dediğini bilmiyordum. Cevaplar ondaydı ama konuştuğu dili bilmiyordum.
Kalbim kaburga kemiklerime tüm gücüyle vururken ağzımı açtım, bir şey demesem de uğultu sesini yine çıkardım. Doyoung ayağa kalktı, bana tekrar bir şeyler demeye çalıştı ama ben yine düştüm. Dengede durmayı başaramadım. Sonra arkasını dönüp ağaçların arasına daldı.
"DOYOUNG!" Bağırdım. "DOYOUNG!" Geri döner diye bekledim ama dönmedi. Dengemi sağlayabildiğim ilk an peşinden gitmeye çalışıp ağaçların arasına girdim. Yürüdüm, düştüm, yeniden kalktım, yeniden düştüm fakat ne kadar gidersem gideyim evimizin yolunu bulamadım. Unutmuştum sanki, ayak izleri de göremiyordum.
Ağlayarak bağırıp aramaya devam etmenin ardından birden bire neyi aradığımı da unuttum. Sanki bildiğim bir şarkıyı unutmuşum gibi dilimin ucundaydı cevap ama kafam çok karışıktı. Kimin peşinden gidiyordum ben? Neden onu takip ediyordum? Neden ağlıyordum? Az önce ne olmuştu? Çok önemli bir şeydi... Ama neydi?
Yorgunluk eklemlerime çöktü. Böylece geri, ormanın derinliklerine yürümeye başladım. Zihnim düşüncelerden arındı. Artık aklımdaki tek şey uyuyabileceğim güvenli bir yer bulmaktı.
son.
𓃞
![](https://img.wattpad.com/cover/247273604-288-k930315.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çatal Boynuzun Ötesinde
Fanfiction© dububaoziㅣkim doyoung ONESHOT all rights reserved 13.12.20