Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
✧
Boşluk.
Herhalde durumunu düzgün bir şekilde tanımlayabilecek nadir kelimelerden biriydi.
Hatta belki de tek kelimeydi.
Ne kadar da tuhaftı değil mi? Büyük bir sihre sahip bir sürü kelimenin şu durumda yeterince şey ifade edememesi, anlamsız kalması ve sadece bir sözcüğün bu ağır yükü taşıyabilmesi...
Remus, iki gün önce dostlarının hareketsiz bedenleri yanından, yanmış yıkılmış o evden, kalbi tuzla buz olmuş bir halde ayrıldığndan beri onu tanımlayan tek kelime haline gelmişti.
Cadılar bayramının üzerinden iki gün geçmişti... Çok tuhaf, gereksiz ve amaçsız iki gün. Bu iki gün de Remus'u robotlaştırmaya yetmişti.
Normal bir hayat yaşamıyordu. Godric's Hallow'a gittiği o akşamdan beri.
Aşırı normal bir hayat yaşıyordu düştüğü boşluktan dolayı.
Sadece iki gün içinde hayatı inanılmaz bir düzen içine girmişti. Kumral saçlı adamı oradan oraya savuran bir hayat, saniye şaşmayan bir düzen.
Her sabah gözlerini lanet bir güne açıyor, yüzünü yıkıyor, üstünü değiştiriyor ve sabah posasını alıyordu. Gazeteye şöyle bir göz gezdirirken önüne kahvaltı olarak sadece bir omlet ve balkabağı suyu çıkarıp hiçbirine dokunmuyordu.
Gözleri altında oluşan mor halkalar koyulaşmaya başlamış, iyiden iyiye şişmişti. Gözlerindeki kızarıklık ise yüzünün sıradan bir parçası haline gelmişti. Üstüne başına çeki düzen vermeye, pejmürde kıyafetlerini değiştirmeye bile ihtiyaç duymadan Bakanlığa, Büyü Yasaları Uygulama dairesine gidiyordu. Mesai bitimine kadar orada çalışıyor hatta fazla mesai bile yapıyordu.
Günün sonlarına doğru ya Hogsmead'e, Domuz kafasına ya da çatlak kazana gidip birkaç bardak ateş viskisi içmek için gidiyor, tek bir damla bile ağzına sürmeden geri dönüyor ve en sonunda, saat biraz daha geç olduğunda tek kişilik dairesine sözde uyumak için gidiyordu.
İşte eve geldiği zamanlar Remus'un en büyük kabusları haline gelmeye başlamıştı.
Çünkü o saatler kendiyle baş başa kaldığı, etrafındaki insanlara sahte bir şekilde gülmek zorunda olmadığı, gün boyunca bastırmaya, kalbinin derinlerine gömmeye çalıştığı taze acının gün yüzüne çıktığı saatlerdi.
Kendiyle yüzleşiyordu, hayatının tepetaklak olduğu o dakikaları tekrar tekrar düşünüyordu, kabullenmeye, kendini avutmaya çalışıyordu.
Eh... Her geceyi gözleri kıpkırmızı bitirdiği göz önüne alınırsa pek de başarılı olduğu söylenemezdi.
Daha kabullenememişti akşam yemeğine gideceği, giderken Harry'e aldığı türlü hediyeleri beraberinde götüreceği bir Potter ailesinin artık olmadığını.