when the sun goes down.

49 8 19
                                    

sarındığım beyaz yorgan ayaklarıma dolanmış, odamın içi pencereden giren günün ilk ışıkları sayesinde turuncu bir hale bürünmüş.

kafamda gezinen tilkiler ilk defa bu kadar sakin bugün. çok az uyumuş olmama rağmen uyku sersemliğimden midir bilinmez, içimde büyük bir dinginlik var.

yataktan kalkıyorum. masamın üstünden kontrol ettiğim saat beni fazlasıyla şaşırtıyor.

sabahın 5'i.

gözümün çarptığı ilaçları elimle bir kenara itiyorum. ne olduğu asla hatırımda değil fakat üzerinde kalın harflerle yazan hatırlatıcılar sayesinde bana ait olduğunu anlıyorum.

inkar edemem ki, şaşırıyorum. hastalıklı bir kişiliğe sahip değilim oysa, bu kadar çok ilacın olmasına pek bir anlam veremiyorum.

hayatımın hatırlamadığım kısımlarında nasıl biriydim, hiçbir fikrim olmamasına rağmen dudaklarımda minik bir gülümseme oluşuyor.

ben değil, ancak ilaçlar biliyor. hayatımın dönüm noktasından önce yaşadığım bu oda, biliyor.

sahi, hayatımın dönüm noktası ne?

onun da pek hatırımda kalan bir kısmı yok aslında, olmamasına da sevinmeli miyim bilmiyorum.

içimdeki dinginliğin büyük bir coşkuya dönüştüğünü hissediyorum.

anlam veremediğim bir baskı oluşuyor üzerimde. çoğu zaman parçalı bulutlu olan ruhum bugün o kadar coşkulu bir hal alıyor ki, buna alışık olmayan bedenimin üstüne bir ağırlık çöküyor.

masanın önündeki ahşap sandalyeyi çekiyorum. ruhumda saklanan siyahi karamsarlığın aksine odam bembeyaz eşyalarla çevrili.

eski ben, böyle avutmaya çalışıyorum kendimi.

elimde tuttuğum tek şey yalnızlık oysa.

camdan vuran turunculuk yerini gün ışığına bırakıyor, havadaki mavilik insana huzur verecek cinsten.

bugün o kadar çok hal değiştiriyor ki ruhum, bir acayiplik var kanımda.

hissedemiyorum karamsarlığın büyük boşluğunu. fakat, her zaman sinsice damarlarımda geziniyor arkasında bıraktığı enkazı asla umursamadan.

titriyorum, elim ayağıma dolanıyor. neyse ki oturuyorum o sıra, etrafımdaki hiçbir şeye zarar vermeden sakin kalabiliyorum.

ardından arkamda bir hareketlilik hissediyorum. yalnız olduğum düşüncesine o kadar alışmışım ki, irkiliyorum.

boynuma dolanan eller, bulunduğum odadan daha güvende hissettiriyor. bu hisle gözlerimi kapatıyorum.

bedenimde gezinen dokunuşlar bir tüy kadar hafif ancak ardında bıraktığı etki tarif edilemeyecek cinsten.

bir şeyler canlanıyor kafamda, kapadığım gözlerim üzerinden bir film şeridi geziniyor belleğimde usulca.

ardından gözlerimi açıyorum, başımı bana sarılan bedenden yana çeviriyorum

karşımdaki bedenin kızılımsı kahveye çalan saçları usulca dağılmış, damarlarında gezen öldürücü varoluşsal krize karşılık gözlerinden akan yorgunlukla karışmış huzur içimde bir şeyleri harekete geçirmek konusunda gayet yeterli.

yorgunluğuna rağmen içindeki parıltıları asla kaybetmeyen gözleriyle birlikte gözlerime bakıyor, kalbimin tam içinde bir yerleri okuduğuna yemin edebilirim.

uzun süredir gülmediğini belli eden dudaklarına küçük bir gülümseme peydahlanıyor.

yalan söyleyemem, yavaş yavaş gökteki yerinden boy göstermeye başlamış güneşten daha çok içimi ısıtıyor bu.

karşımdaki beden her şeyiyle o kadar güzel ki, içimdeki mutluluk ve karamsarlık arasında çıkan kargaşada iki tarafı da elinin tersiyle iterek galip geliyor.

gülüşü, gözlerindeki parlaklık, çektiği onca acının iz bıraktığı kırışıklıklar, uzun kirpikleri, dağınıklığında düzenini bulmuş saçları.. gerçek olamayacak kadar huzur verici.

sahi, uzansam dokunamayacağım; dokunsam ellerim arasında ufalanacak kadar olağanüstü!

oturduğum sandalyeden kalkıp ellerine uzanıyorum. avcunun içine yerleşen ellerim o kadar toy ki henüz, parmak uçlarımdan tüm bedenime yayılan sıcaklık dalgasıyla titriyorum.

parmaklarının okşadığı parmaklarım içimdeki büyük sevince ortak oluyor.

beraber cama yaklaşıyoruz. gördüğüm karanlık, beni afallatıyor. az önce parıl parıl parlayan güneş nerede?

yanımdaki beden başını bana doğru çeviriyor. gözlerindeki parlaklığın sönüşüne saniye saniye tanıklık etmek, ürpermeme sebep oluyor.

hissedemiyorum. eline sakladığım elimi, kalbine sakladığım kalbimi hissedemiyorum.

varlığı, yokluğa dönüşüyor.

elleri ellerimden ayrılırken gözlerim yaşlarla doluyor. arkasından bağırmak istiyorum. tüm kalbimle, tüm benliğimle gitmemesini haykırmak istiyorum.

ancak, o gidiyor. bedeni havaya karışırken tutmak istercesine havada kalan elime karşılık arkasında bıraktığı tek şey yalnızlıkla bir kez daha sarsılan bedenim.

anılar zihnime doluşurken bugün ikinci kez tekrar elim ayağıma dolanıyor, dizlerimin bağı çözülüyor fakat tutunabileceğim hiçbir şey yok bu sefer.

onun ardından, ben de tüm acizliğimle havaya karışıyorum.

varlığım, onun yokluğunda yok oluyor.

tutunacak hiçbir dalım, sırtımı yaslayabileceğim hiçbir şey yok.

bedenim kalıyor, ruhumu öylece anılarıma teslim ediyorum.

oysa ben, zindanı içimde taşıyorum. içimde kış var, buz var, umutsuzluk var. ruhumu gecenin zifiri karanlığı kaplamış.*

*notre dame'ın kamburu, victor hugo.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Nov 14, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

when the sun goes downHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin