Çürümesiz

376 28 57
                                    

sevişmişim karanlıkta
çoğalmışım karanlıkta
yenmişim karanlığı
sevmişim karanlığı
ve karışıp gitmişim
karanlığa

Günün hangi vakti insanın gölgesi toprağa düşmez? Sanırım her vakit düşer. Sanırım öyle bir şey yok. Sanırım düşmemesi için zifiri karanlık gerek. Ben günün her vaktinin dışındaymışım gibi adımımı attığım yere zifiri karanlık götürüyorum. Benim gölgem toprağa düşmüyor. Ben gölgemi kaybettim, üstelik ışığım da bozuk. Ama yine de çabalıyorum, hem de kendime rağmen. Öğle saatlerinde güneşe çıkıp gölgemi toprağa düşürmeye çalışıyorum. Düşmedi mi güneşin pillerini değiştiriyorum. Yine düşmedi mi sayıp sövüyorum. En sonunda hâlâ düşmedi mi pes ediyorum, çok çabuk pes ediyorum çünkü gün bitmek üzere ve benim gölgemi başka yerlerde aramaya gitmem gerekiyor. Ama ayağa kalktım mı daima ayağım kayıyor. Gerçekliğe düşüyorum ve de geçmişe. Öyle zamanlarda mış mişler sarıyor etrafımı. Hayatım ellerimden firar ediyor, başkasının peşine takılıp ortalıktan kayboluyor. Ben sahipsiz kalınca da içi boş bir küre bedenimi hapsediyor, ne sesim dışarı çıkıyor ne de başkalarının sesi içeri giriyor. Duyamasam da konuştuklarını biliyorum, insanlar hep konuşur, bunu biliyorum. Başımı eğip yoluma devam ederken etrafımdaki kürenin gölgesini seyrediyorum, kendi gölgemiyse göremiyorum.

Eski barın önüne geldiğimde küreye teslim oluyorum. Yaptı ettiler beni esir alıyor. Karşımdaki kapının ardında gölgem olmasını istediğim biri var, o yüzden biliyorum: İçeri girersem hayatımın kumandası onun ellerinde olacak. Kapıyı açıp içeri adımımı attığımda ortalık zifiri karanlık oluyor ve gerçeklikle geçmişe düşüyorum.

Duvar kenarında en sondaki yuvarlak masada, başı eziklikle önüne eğik ve kömür karası uzun saçları yüzünü kapatır şekilde, iki elinin arasında tuttuğu içki dolu bardağıyla oturuyordu. Ve şimdi kelimelerim bir ek fazlaydı, çünkü içine sıkıştığım küreyle birlikte onun kafasındaydım. Bir ek ötesindeydim. Adım adım ona yaklaşarak tam önünde durdum. Her adımımda bardaki biri bana baktı ve biri de bakışlarını benden çekti. Hepsini bahar rüzgârı gibi üzerimde hissettim, bu soğukta beni ısıtacak olan rüzgârsa daha yüzüme değmemişti. Ellerim terlemiş, paltomun ceplerinde kıpırdandı. Omuzlarına değen saçlarına dikkatle baktım, duvardaki gaz lambasının ışığı üstüne düşüyor ve saçları parıldıyordu. Zayıf bir soluk duydum, kemikli parmaklarının arasındaki bardak döndü ve buz küpleri çarpıştı, omuzları kıpırdandı, dudaklarına bir tebessüm kondu ve zayıf bir soluk daha duydum. Sonra soluğundan daha zayıf sesiyle "Seungmin," diye mırıldandı. Bu sefer soluğu zayıflayan ben oldum. Gülümseyip ismimi söyleyişine saygı niteliğinde bir süre daha ayakta kaldım. Yavaşça kafamı salladım, "Evet," dedim, "ben geldim."

Karşısındaki sandalyeye oturdum. Ellerimi birleştirip masanın üstüne, ellerinin birkaç santim ötesine koydum. Bardağında olan bakışları ellerime kaydı, ellerimden kollarıma, kollarımdan gövdeme, gövdemden omuzlarıma ve oradan da yüzüme tırmandı. Tırmanışının tırnak izlerini yanaklarımda tek tek hissettim. Gözlerime baktı. Dudaklarındaki tebessüm ağlıyor gibiydi. Duvardaki aydınlatma yüzüne yer yer gölge düşürüyordu. Parça parça gölgesi ağlıyor gibiydi. İnanılmaz gözlerle gözlerime baktı, dudağının kenarı seğirdi ya sinirden ya da başka bir şeyden dolayı ve anladım. Benim de tebessümüm ağlar gibi oldu ama ağlamak için gölgem burada değildi. Anladım, Hyunjin yalnızdı. Yapayalnızdı.

"Saçların uzamış," dedi içkisinden bir yudum alırken. "Seninki kadar değil ama biraz uzadı işte," diye cevapladım yavaşça. Kafasını aşağı yukarı salladı ve doğru hareket olduğuna karar veremeyip sonra bir de sağa sola salladı, kaşlarını çattı ve kaldırdı, dudağının yanını büzdü, dudaklarını yaladı, gözlerini kısıp bana bir de öyle baktı ve sonra bir saniye için taş kesildi, dişlerini sıktı, en sonundaysa küçük bir kahkaha attı. Hangisi doğru hareketti? Beni boğazlasa mıydı yoksa bana sarılsa mıydı? Hâlâ gülerken işaret parmağını bana doğru salladı ve "Aah," dedi, "evet, tabii!" Başını eğip parmaklarını uzun siyah saçlarına geçirdi ama taramak için değil, yolmak için. Sonra kendi kendine yine küçük bir kahkaha attı. Başını kaldırdığında yara izine daha dikkatle baktım. Yüzünün sol tarafını kaplayan yanmış derisi buruş buruş, teninin geri kalanından daha farklı bir renkte, BEN BURADAYIM diye bağırarak duruyordu. VE HEP BURADA OLACAĞIM. Çığlık çığlığaydı. Gürültücü bir yaraydı, Hyunjin'in varlığından daha şiddetliydi. Onun yerine karar veriyor ve hayatını yaşıyordu. Şakağında başlıyor, burnuna dokunmayarak, yanağını ikiye bölerek aşağı iniyor ve dudaklarının birazını içine alarak çenesinde bitiyordu. Güzelliğinin gölgesiydi. Güzelliğinin lanetiydi.

DENGESİZLİĞİN ORTASINDA ÇÜRÜYORUMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin