Ne değişik adamdı şu Cevahir. Koca cihanlar sultanının oğluydu. Nice diyarlar fethettiydi de sevdiceği Şahika’nın gönlüne gelince fethetmek şöyle dursun tutsak bile olmuştu.
'… Zemheri daha çıkmamıştı. Validesi Hüma Hatun daha karnındayken koymuştu adını Cevahir’in. Bir vakit, saat gecenin bilmemkaçı Hüma Hatun sancılanmıştı. Sarayın bilinen en köklü ebeleri, en ilimli cariyeleri Hüma Hatun’un yanıbaşında Cevahir’i bekliyorlardı. Yüce Mevla’ya binlerce şükürler olsun ki Cevahir doğdu. Doğdu doğmasına ya bu bebeğin sol elinin parmakları yoktu. Haremdekileri bir sis gibi kaplayan hüzün, Cihanlar Sultanı’na da vardı. Herkesin dilinde Cevahir’in eksik parmakları vardı. 5 yaşı birkaç gün önce dolan Ecevit de durumdan hayli rahatsızdı. Ne yapsındı. Kardeşiydi.'
İşte doğumu böyle bi karmaşayla vuku bulan koca Sultan’ın ikinci oğlu Cevahir’in ölümünün de İstanbul’un serin sularına bırakılıverilen Cevahir bedeniyle birlikte bir intihar olacağını kimse bilemez, tahmin edemez, aklına dahi getiremezdi. Nedendi? Niçindi? Nasıldı? Ne zamandı? Neredeydi? Bunlar hakkında kimsenin en ufak bir bilgisi yoktu. Ben neden bunları anlattım ?
Ben ki saraya çook uzak memleketlerden getirilen zürafa Afşın’ın bakıcısı Ayvaz. Sanıyorum şu sıralar Yüce Osmanlı Devleti sınırlarından başka Güney Afrika haricinde zürafa barındıran memleket yoktur. Neyse. Hem Afşın’la ilgilenirim hem de sarayın getir götür işlerine yardımcı olurum.
Geçen gün çağırıldım saraya. Saraydaki odalardan birinde halka dağıtılmak için bırakılan erzaklar varmış. Ben getir götürcü Ayvaz taşır,dağıtır. Sarayın erzak dolu odasına götürüldüm ve çuvalları taşıma emrini aldım. Sonrasında odada işimi yapmak üzere yalnız bırakıldım. Çuvallardan birini kaldırır kaldırmaz hemen altındaki kara kapaklı defteri bulmuş olduğum için kendimle gurur duyuyorum. Elimdeki çuvalı bir köşeye bıraktım ve defteri açma konusunu düşündüm.Oldukça kalın bir defterdi. Daha fazla da dayanamazdım.Açtım lakin başından bi 3-5 sayfası boş bırakılmıştı.Hemen yazıların bulunduğu ilk sayfayı açtım.Yazanlar şunlardı;
“16 Zilkade 1553
Adım Cevahir.
Cevahir Sultan derler.
16. yüzyılın şu aziz Osmanlı’sında, zannımca sevilen bir şehzadeyim.En azından şimdilik..
Amacım; devletin refahından çok, benden ve babamın diğer oğlu Ecevit’ten başka kimselerin bilmediği, hatta hakkında en ufak bir şüphe dahi duyamayacağı sırrımın gizemini korumak.
…………………………………………………………………………
Rüstem denen ciğeri beş para etmez mahluk, kişi başı bilmemkaç biner akçe karşılığında gecelik kiralıyormuş Bizans elçilerine cariyeleri. O gece ki; ay yüzlü Şahika’daymış sıra…”
İkinci yazılı sayfaya geçecektim ki duyduğum ayak sesleri bunu yapmama engel oluverdi..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vaveyla
Historical Fiction... 16. yüzyıl.. İstanbul dediğin esrarengiz şehir. Boğaz'ın derin sularının altında koca bir esrarengiz İstanbul daha. ... Bab-ı Aşk'tır İstanbul; aşkın kapısı. Orda herkes dilefgâr, herkes aşık. Ya senindir sevdiğin, ya da arşın. Seninse eğer; tut...