1

58 11 11
                                    

Harry, loş ışıklı odanın kapı eşiğinde durdu. Elindeki çiçek demetini gerginlikten sıkı sıkı tutuyordu. Hatta o kadar sıkıydı ki kısacık tırnaklarını buketin kağıt paketine geçirmiş, hafifçe yırtmıştı. Elbette ki hissettiği endişe ve gerginlik bunu fark etmesine mani olmuştu. Aynı anda birçok düşünce zihnini kazıyor, çizikler bırakıyordu ve canı hiç olmadığı kadar yanıyordu. Sanki derisine iğneler batıyordu ve gitgide derine inmekteydiler. Özellikle de karın bölgesiyle göğsünde tanımlayamadığı bir yanma hissi vardı. Dün gece bu acılar yatakta kıvranıp durmasına sebep olmuştu. Gece boyunca cenin pozisyonunda yatarak kendini sıkmış, acısını dindirmeye çalışmıştı. Fakat biliyordu ki bu acı dinmeyecekti. O, kendine gelene kadar dinebilecek bir ızdırap değildi bu. Her ne kadar ağlarsa ağlasın, ne kadar çığlık atarsa atsın... Göz yaşları dinmeyecek, sesi ise kısılmayacaktı. Çare yoktu işte. Bunu ilk andan beri farkındaydı aslında. Sadece kabullenmesi o kadar güçtü ki...

Adımları hala şüphe doluydu. İçeriye girmekten kendini alıkoyan kişi kendisinden bir başkası da değildi. Bu kadar çok arzuladığı bir şeyden şüphe duyması da ilginçti doğrusu. Ama bu onun suçu değildi. Onun suçuydu. Ne zaman buraya gelse Harry'i daha çok incitiyordu. Bilerek yapmıyordu ama Harry artık kaldıramaz olmuştu. Daha fazla ne kadar üzüntü kaldırabilirdi emin değildi.

Girmeden önce tekrar odaya baktı. Koyu yeşile boyanmış duvarlar raflarla doluydu. Rafların çoğunda küçüklü büyüklü saksılar ve çizgi romanlar vardı. Yatak çoğu seferin aksine oldukça topluydu ve ayak ucunda bir çift pijama katlanmış olarak duruyordu. Pencerelerinse panjurları yarıya kadar kapalıydı fakat içerideki loşluk duvardaki çerçeve izlerini görmeye engel olmamıştı. Harry acıyla yutkundu. Eskiden duvarda asılı olan o çerçevelerdeki resimleri biliyordu çünkü. Onları artık burada göremiyor olmak kaldırmakta zorlandığı bir başka şeydi. Sonra yüzü çapraz bir şekilde pencereye döndürülmüş tek kişilik koltuğa baktı. Oturuyordu. Harry'nin tahminince elinde bir çizgi roman ya da o tarz bir saçmalıkta kitap vardı. Koltuğun yanındaki yuvarlak küçük sehpanın üstünde buharı tüten bir fincan sütlü çay ona bunu düşündüren en büyük etkendi. Harry'nin geldiğini farkında bile değildi. Elini çayına doğru uzattı ve ince dudaklarının arasına götürdü. Biraz höpürdeterek küçük bir yudum aldı. Çok sıcak olmalı, diye düşündü Harry.

Adımını yavaşça içeriye doğru attı. Onu korkutmadan geldiğinden haberdar etmek için boğazını temizler gibi ses çıkardı. O sırada fincanını yerine geri koymaktaydı. Kafasını çevirdi ve içeriye giren Harry'e baktı. Harry ona tebessüm etti. O buna karşılık vermeden elinde tuttuğu çiçeklere baktı. Bir demet mavi gül. Düşündü: Mavi gül ne demek? Geçen sefer de sarı karanfil getirmişti. Bu sefer neden mavi? Mavinin anlamı ne? Sarı karanfilin anlamı da neydi ki zaten? Belki de bir anlamı yoktur diye düşünse de buna ihtimal veremiyordu. Hemen hemen her seferinde farklı bir çiçekle geliyordu çünkü.

"Merhaba," dedi Harry sakince. Hissettiği acıyı ve üzüntüyü belli etmemeye çalışıyordu. Çok zordu ama yine de tebessüm etmeye devam etti.

"Merhaba." dedi. Sesi Harry'ninkinin aksine duygusuzdu. Pek bir anlam ifade etmiyordu. Gülümsememişti de. Belki de bu kadar çok acı veren buydu. Sesindeki, bakışlarındaki o anlamsızlık, duygusuzluk. Sesinden bir şeyler hissettiğini anlamak istiyordu. Ne olursa olsun, acı da olurdu, nefret de, öfke de, ızdırap da... Artık bakışlarının, sesinin tonunun bir anlam ifade etmesini diliyordu. Kaçıncı günde tekrar eskisi gibi olacaktı? Ne zaman tekrar saçma bir şakaya gülecek ve gözlerinin derinliklerine bakacaktı? Artık sayamıyordu. Saymak da istemiyordu. Zaten bir gün bir hafta gibiydi artık. Beraber yaşamalarını istediği fakat ne yazık ki kaçırdıkları dakikaların hesabını yapamıyordu artık.

Amnesia // LSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin