Dört duvar arasındaydım ne bir dostum ne bir aile diyebileceğim kimsem yoktu. Yıllardır hayatımdan gelip geçenleri izledim. Bugün bu ilk bölümümde sizi çocukluğuma götüreceğim. O zamanlar kalabalık bir köydü oralar evet yalnış duymadınız köy okulunda geçti eğitim yıllarım. Öğretmenlerim, arkadaşlarım hepsinden çok uzaktım aslında. Okul evimizdi değil mi? Benim hiç evim olmadı. Ev dediğimiz neydi ki dört duvar, başında bir çatı mıydı? Tabiki değildi, daha sonralarda beni daha iyi anlayacaksınız. Biliyor musunuz ben hep o okuldan eve dönüşlerimde kimsenin olmadığı o sokaktan giderdim, yolunu bulamayan karıncalara yol çizerdim daha kendi yolumu çizemezken. Eve gittiğimde daha kapıdan girmeden içerden gelen seslerden içimde bişeyler koptuğunu hissettim. O küçücük ayaklarım ileri gitmeme engel oluyordu, neydi bu hissettiğim, beni neler bekliyordu bir sonraki adımda... Zorda olsa ilerlemiştim, seslerin ve ağlamaların olduğu odaya doğru yürüdüm. Bir divan üzerinde o güçlü gördüğüm annemin bedeni seriliydi, Tanrım neler oluyor, istemsizce yanaklarımdan süzülen o yaşlara engel olamıyordum , küçücük bedenimi taşıyamıyorum. Tek düşündüğüm annemi bidaha göremeyecek olma korkusuydu. İki kolun beni sıkıca tuttuğunu hissettim, o iki kolun arasında aralıksız çırpınışlarımı hatırlıyorum. Anne diye ağladığımı hatırlıyorum. - Anne, anneciğim, nolur beni bırakma...