Hyunjin ön cephede kılıcı ile saraya girmeye çalışan düşmanları kılıçtan geçirirken prens Felix halkını büyük sarayın alt katındaki sığınma odasında toplamıştı.
"sakın dışarı çıkmayın, biz sizi koruyacağız."
Çıkacağı sırada 10 yaşındaki minik çocuk Felix'in elini tutmuştu. "lütfen kendinize dikkat edin prensim" sulu gözlerle Felix'e bakıyordu.
"Üzülme Jeongin. Ne size ne de bana zarar gelmesine izin veririm" deyip küçük çocuğun saçını okşadı.
Jeongin dört yıl önceki savaşta ebeveynleri Jisung ve Minho'yu kaybetmişti. Lee Jisung aynı zamanda Felix'in sol koluydu. Yakın arkadaşlarının ölmesine üzerine uzun süre kendine gelemedi. O zamandan beri Prens Felix sağ kolu Hwang Hyunjin ile ona elinden geldiğince yardımcı oluyordu ve ona sahip çıkıyorlardı. Hyunjin'den kılıç kullanmayı öğreniyordu her haftasonu. Felix ise onları gülerek izliyordu. Aklına dolan güzel anılarla kırık bir gülümseme oluştu yüzünde.
Felix dışarı çıktığında askerlerinin savaştığını gördü. Kılıcını çekti ve onlarla beraber krallığı korumak için ön cepheye yöneldi. Bir yandan savaşırken yanındaki changbin'e bakış attı.
"durum ne changbin hyung?"
Seo Changbin kılış ustası ve iyi bir savaşçıydı. Sağ gözümü yıllar önce olan bir savaşta kaybetmişti.
"ön cephe yok olmak üzere. Askerlerimiz yavaş yavaş ölüyorlar. Hyunjin, ben ve diğer askerlerle elimizden geleni yapıyoruz."
Felix'in aklına 4 yıl önceki savaş gelince tüyleri diken diken olmuştu. Bu sefer bir şeyleri önlemek istiyordu.
"yine bunun olmasına izin veremem!"
Düşman askerlerine saldıran hyunjin görüş alanına girince hızlıca yanına gitti.
Hyunjin ve Felix sırt sırta savaşıyorlardı. Uzaktan okçular onlara destek oluyorlardı.
1 saat içinde düşman askerleri gücünü kaydedip çekilme kararı almıştı. Ön cephede yaşayan tüm köylü haklı ölmüş ve her yer yerle bir olmuştu.
Kısacık zaman içinde küçük krallık kan gölüne dönmüştü. Tüm askerler kan ter içinde ölen arkadaşlarının yanına gitmişlerdi. Felix kılıcını kılıfına sokarak yavaşça kafası düşük bir şekilde yere bakarak uzunca düşündü.
"hiçbir şeyin önüne geçemedim. Yine... Yine herkes benim yüzümden öldü. Yine
halkım benim yüzümden zarar gördü."Hyunjin yüzündeki ufak tefek yaralarla ve soğuk yüzüyle felix'in omzuna dokunarak kendine gelmesini sağladı. "senin yapabileceğin bir şey yoktu Felix. Kendini üzme bu kadar."
Felix kanlı ellerine düşen göz yaşlarına bakarak konuştu "ben ne yapmam gerektiğini bilmiyorum hyunjin. Belki de herkesin ölmesinin sebebi benim. "
"sen olmasan çoktan yok olmuştuk Felix. Hiç bir şey senin suçun değil bu yüz-"
İşte o an büyük bir patlama sesi duyuldu. Her toz duman olmuştu. Sarayın bazı parçaladı düşmeye başlamıştı.
Felix korku ile bağırdı.
"Jeongin! JEONGIN VE HERKES ORDAYDI!"
Saray'a doğru hızla koşmaya başladı. "FELIX! TEHLİKELİ GİTME O TARAFA!"
Hyunjin telaşla etrafına bakmaya başladı. Sarayın sağ tarafındaki açık kahve saçlı asker elindeki oku Felix'e doğrultmuştu. Hyunjin onu fark eder etmez Felix'e doğru koşmaya başladı. "Felix! FELIX DİKKAT ET BU BİR TUZAK!"
Uzun boylu onu korumak için atıldığı sırada ard arda atılan oklar göğsüne denk gelmişti.
Felix kollarına düşen Hyunjin ile ikinci bir şoka uğradı. Okun atıldığı tarafa baktığında gözüne elinde koca yay ile ona acıyarak bakan Kim Seungmin'i kestirdi. Changbin ve bazı askerler tam orada onun canını almışlardı.
Küçük olan hyunjin'in yüzünden tutarak gözlerini onun gözlerine kenetledi.
"hyunjin... İyi olacaksın yemin ederim sana" dedi kısık sesi ile.
Hyunjin zarzor kaldırdığı eli ile küçüğün göz yaşlarını sildi. "l-lütfen ağlama, o gözler gülmeyi hak ediyor."
Felix hüzünle gülerken hyunjin'i göğüsüne çekerek sarıldı. "kes sesini ve konuşma. Bu bir emirdir"
Hyunjin zorla gülümsedi. "eğer bana bir şey olursa Jeongin'e iyi bak olur mu?"
"bir şey olmayacak sana! Yemin ederim! Tanrım lütfen!"
Felix'in yüzündeki kanlı el bir anda yere düştü. Ve bedeni soğumaya başladı.
Felix kafasını yavaşça kaldırdı ve ona doğru koşan Jeongin'i gördü.
Jeongin prensin kucağınaki cansız bedeni görünce yerinde durdu. Gözlerindeki anlaşılmaz duygu ile ikisine bakıyordu.
Baş komutan Chan Jeongin'in yanına gidip boyunu kısaltıp onu kendisine çekip sarılmıştı. "bakma oraya"
"h-hyunjin hyung'a ne oldu?" Chan bir yandan çocuğun saçlarını okşarken bir yandan cevap verdi. "Jisung ve minho babanın yanına cennete gitti"
1 yıl sonra
Felix ve Jeongin ellerindeki beyaz gülleri mezarın üzerine bıraktılar.
Jeongin gülümseyerek yere oturdu ve toprak parçasına dokunarak konuşmaya başladı.
"biliyor musun hyung, changbin hyung bugün bana bir kılıç verdi. Dediğine göre ölmeden önce bunun tasarımını sen yapmışsın. Teşekkürler hyung!"
Felix sessizce jeongin'in yakınına oturup saçı ile oynamaya başladı. Jeongin'in yavaşça düşen göz yaşları toprağı ıslatmaya başladı.
"keşke sana hayattayken teşekkür edebilseydim hyung..."
Felix yavaşça yerinden kalkıp dolan gözlerini gökyüzüne çevirdi. Hava kararmaya başlamıştı.
"hava kararmadan gidelim Jeongin" Jeongin gözyaşlarını silip ayağa kalktı.
"yarın görüşürüz hyung!"
______________________________________
Aga bok gibi olmuş gibi hissediyorum. Bunu yazmayı beceremedim ve beğenmedim ama dursun bakalım şimdilik :3