Aradan geçen birkaç ayda hayat tamamen değişmiş gibiydi. 'Aşk' duygusunun en büyük düşmanının oğlu olsa bile Jaehyun zincirlerini kırmayı seçip aşık bir şekilde yaşamaya başlamıştı. Ama Jaehyun annesine hak veriyordu. Aşk öyle bir duyguydu ki onu kendi benliğinden kopartmış ve tamamen başka birisi haline getirmişti, genç oğlanın minik sadık köpeği haline. Öyle ki soylular tarlaların olduğu yollardan geçmiyorken Jaehyun gizlice Jaemin'e ve diğer köylülere yardım ediyordu. Tarlada çalışmak onu yormuyordu bile, yüzündeki gülümsemesi ancak Jaemin yorulup eve gitme vakti geldiğinde kayboluyordu.
O gün gelene kadar her şey gayet normaldi. Jaehyun başındaki şapkayla yüzünü olabildiğince kapatmış ve bir elma ağacının altında Jaemin'le şakalaşarak elma topluyorlardı. Jaehyun tamamen hayallere dalmış ve kendilerine doğru ilerleyen sinirli kalabalığı görememiş olsa da Jaemin bunu fark etmiş ve panikle hareket bile edememişti. Çalışma saatlerinin bitmesine 1 saat olmasına rağmen çok büyük bir gürültü vardı etrafta. Halk hiçbir koşulda böyle bir araya gelemezlerdi.
Jaemin yakasından çekildiği anda Jaehyun sonunda gerçek dünyaya dönebilmiş ve merakla başını kaldırmıştı. Meleğine saldıran kadının öyle gözü dönmüştü ki yanlışlıkla ittiği kişinin bir aristokrat olduğunu bile fark etmemişti...
En uzakta, bir kenarda bu karmaşayı gülen bir yüzle izleyen tek bir kişi vardı. Tiffany'nin yüzündeki gülümsemeye rağmen Taeyeon oldukça endişeliydi. Tiffany'nin bu yüzünü çok uzun zamandır görmemişti. Jaehyun için gerçekten endişeliydi.
Tiffany evine dönmek için atını diğer tarafa çevirdiğinde Taeyeon'un endişeli yüzünü fark etmişti ama ciddiyetini bozmamıştı. Taeyeon'da en az Jaemin ve Yeeun kadar köylüydü ve şuan bir aristokrat yardımcısı olsa bile içindeki bu aşağılık işçi arı duygularından kurtulamıyordu.
"Öyle bakıp durma Taeyeon! Jaehyun kendi kuyusunu kendi kazdı! Ben hiçbir şey yapmadım."
Tiffany cevabı beklemeden arkasına dönüp saraya doğru yola koyulmuştu. Haklıydı. Tiffany, Baekhyun öldüğünden beri hiçbir şey yapmamıştı. Jaehyun, kendi sinirine yenik düşmüş ve kendi kuyusunu kazmıştı, Tiffany'se sadece onu itmişti.
~
2 hafta öncesi;
Jaehyun içindeki o büyük karmaşadan nasıl kaçabilmişti bilmiyordu ama ilk işi kendini en güvendiği kişinin yanına atmak olmuştu, Johnny'nin... Jaemin'in sözleri onu yiyip bitirmeye başlamıştı bile. Beyni kendisinden nefret ediyormuş gibi sürekli aynı şeyleri tekrarlıyor ve neredeyse Jaehyun'u içten içe zehirliyordu.
"... bunu bir soyluya söylemek ne kadar doğru bilmiyorum ama sanırım aşık oldum, Jaehyun... içimdeki bu garip duygudan nasıl kurtulabilirim bilmiyorum..."
"Aşık oldum dedi, Johnny! Aşık oldum dedi!"
Jaehyun sinirle aynı cümleyi tekrarlayıp duruyor ve saçlarını yoluyordu. Johnny tam olarak anlayamamıştı olayı. Jaemin'in aşık olması neden onu bu kadar mahvetmişti? İstediği bu değil miydi zaten? Tek korkusu genç çocuğun duygusuz bir işçi arı olması değil miydi? Johnny'yi düşüncelerinden ayıran Jaehyun'un gözlerindeki yaşlardı. Hyun sonunda saçlarını çekiştirmeyi bırakıp başını kaldırıp arkadaşına baktığında kendini daha fazla tutamamış ve dizlerinin üstüne çöküp göz yaşlarını serbest bırakmıştı. Johnny'de onunla beraber çökmüş ve yavaşça arkadaşına sarılmıştı. Jaehyun'un tüm hıçkırıkları mecliste yankılanıyordu ama dudaklarını araladığında sesini duymak çok zor olmuştu. Konuşamıyordu bile. Onun için bu çok kötü bir kabustu...
"Jeno'ya... ona aşık olduğunu söyledi, Johnny... onunla eş olmak istediğini söyledi..."
Zorlukla nefes alabilmek için başını kaldırmış ama başaramamıştı. Jaehyun yapamıyordu. Hayatı, inandığı her şey yıkılmıştı. Genç çocuk ona her daim sadık olacak olan o köpeği terk etmişti ve Jaehyun sahibi olmadan bir kenarda ölecek olan cılız bir sokak köpeği gibi hissediyordu kendini. Onu böylesine titreten ve kemiklerine kadar işleyen soğuk havadan dolayı değildi, terk edilmişlik ve hayal kırıklığındandı. Onu boğup öldürüyordu,bu soğuk, Jaemin'in fırtınası...
