Üstün körü yağmurların yağdığı bahçenin sedirinde, ıslanan bir kaç insanın neşe sesleri kulağıma takılıyordu.Kopuk salıncakların hırsını alamamış zincirleri, rüzgarın sesiyle düdük öttüren minik çocukların çığlıklarıyla kısılıyordu.Hiç yaşlanmamış ağaçların altında yuva kuran güvercinler, bir bir koparıyordu dalında tökezleyen meyvelerin acısını.Sırtını kaşımaya vakit bulamayan yoksul çocukların koşuşturması, ailesine gülen gözleriyle ağladığı her geçen gün, bir tebessüm infaza yürüyordu tek ayak üzerinde. Oturup izlediğim pencerenin yokuşundan; elleriyle tutuşturduğu kibritlerle savaşan insanların gürültüsü, hüzünlü bir açlığın savaşıydı.Doğmamış günleri çekmek isterken, olmamış kalplerin yetiştiği bir dünya ve içinde beyaz yalanların hiç kirlenmediği bedenlerdi bizleri temize çıkaran.Oysa bu hayatın bir kibrit çöpünden farkı yoktu, sadece sonunu bekliyordu yalanlar, tekrar kirlenmek için...