Yıldızlar parıldarken orta büyüklükte bir yıldız varmış. Etrafına ışıklar saçan bu yıldız mutluymuş. Hayata olumlu bakar, gezegenleri izler, onlardaki canlıları seyredermiş. Etrafına mutluluk saçan bu yıldız, bir gün göktaşı çarpması ile küçük parçalara ayrılmış. Dağılmış, parçalanmış, kırılmış, gamzelerini kaybetmiş. O artık parlak koca bir yıldız değilmiş.Arkadaşları ne derlerse boş. Bir şey yapamazlarmış.Gülümsetemezlermiş. Göktaşından süzülen göz yaşları soğuk damlalar halini alıp buz tutmuş. Kalbi soğumuş, hissedemez olmuş. Geçmişinde, benliğinde, kaybettiklerinde, kazanabileceklerinde tutuklu kalmış. Yıldızlar dokunmazlar, dokunulamazlar, uzaktırlar. Parlarlar, hissederler, bunu kaybettiler mi onlar artık yıldız olamazlar.
Pes etmiş, hüzünlü, sefil dolanan bir kuyruklu yıldız varmış, artık durmak, seyretmek, huzur istermiş ama onu kimse durduramazmış. Ne kadar durmak istese de duramazmış. Bir gün karşısına bizim hüzünlü küçük yıldız çıkmış ve çarpışmışlar tek beden olmuşlar.Alevlenmişler parlamaya başlamışlar. Sakinleşmişler küçük yıldız parlamış, kuyruklu yıldız ise sonunda durmuştur. Büyük koca şekilde parlayan yıldız olmuşlar. Gel zaman git zaman etrafta biriken küçük parçalarla büyüyüp gezegen olmuşlar. Eskiden güneşi yansıtan bir araç iken şimdi ise içinde bir sürü kadife gül biriktiren gezegen olmuşlar. Etrafta olan yıldızlara mutluluk saçmışlar.