hatırlıyor musun bana sarıldığın ilk geceyi? hatırlarsın ya, sen de en az benim kadar unutmazsın hiçbir şeyi. aramızdaki tonla mesafe sıfıra indirgenmişti sanki. kollarının arasındaki sıcaklığı, boynumdan enseme tırmanan nefesini, parmak uçlarındaki soğukluğu hissediyordum belimde. benim buraya -tam göğsünün ortasına- yuvam diyeceğim hiç aklıma gelmezdi ya iki gözümün çiçeği. acizlik sanardım birilerine sığınmayı da içime atardım, senin surlarını aşınca bu fikri de aştım kafamda. sırf sana teslim olmak için bir uçurumdan aşağıya atlayabilir, o tuzlu suların en diplerinde soluksuz kalabilirdim. benzetmelerim kadar da uçsuz bucaksız sana olan sevgim. biliyorsun, pek iyi değilim bu işlerde. tek yapabildiğim, bir kâğıda adınla başlayan cümleler yazıp yine adınla sonlandırmak. görmüyor musun? adın yazıyor her kelimenin başında, al işte bak. belki de her sözcük senden ibaret lügatımda. güzel desem, sen. ev desem, sen. aile desem, sen. hayat desem, yine sen gönlümün baharı. kışıma yaz oldun ya, yeniden baharları gördüm ben seninle. bir çiçeğin yeşermesi, tomurcuklanıp goncalar açması kadar biyolojik bir olay kalbimin her köşesine ilik ilik işlemen senin de. ya da sana, “sen” geçen tüm şiirleri ağlayarak okumak kadar da ansız. beceremiyorum diyorum, pek de iknâ olmuyorsun. e canımın en içi, tanrı tüm kelimelerimden fazlasını toplamış sende. suç biraz tanrıda biraz da bende.