içeriye yönelen adımlarımın tokluğu peşime takılmıştı yine. yıkımın parçaları gölgelerden kuşkulanmaya başlamış gözüküyordu. kıstım sesimi ve girdim korkunç bir kin taşıyan bu odaya. etrafı süzen gözlerimin varlığı kendini belli edercesine savunmasız kalmış gibiydim. hüsrana doğru uzanan, yakın anılarımın sayısız bitimindeydim. bomboştu. oda bıraktığım gibiydi. tüm olup bitenin izini taşıyan karşı duvarın yalancı elleri... hâlâ özlemin kokusu vardı havada. tehlikeye ilişkin tasvirsiz bir savaşın içindeydim. pişmanlığımın dinginliğini işitemez oldum. adım attıkça gıcırdıyan parkelerin sesi kulaklarımı doldurdu. ayaklarımı birbiri ardınca sürüklüyordum. görünmüyordu. kenarda duran koltuğa çöktüm. beklenmedik, rahatsız edici sessizliği dinlemeye başladım. gözlerimi kapatmış kurtuluşumu tasvir etmeye başladım. fotoğrafların çılgınca konuşan ve dayanılmaz sevincini hissettim bir anlığına. böyle olmamalıydı. içimdeki karmaşık duyguların çarpışması ile araladım gözlerimi yavaşça. yorgundum. üzerime atılan bu yorgunluğun imdadına yetişememiştim. kafamda kurduğum her vuzuhsuzluk saplanmıştı bedenime. kahkahayla güldüler. bu koca odaya sığamaz oldum. boğazımı sıkan kemiklerimin acısı arttıkça artıyordu. sarsak adımlar ile sığındım beyaz duvarların pençesine. kavramsal algımı kaybettiğim ve geriye dönemeyecek bir geçmişin avuçlarındaydım. gerçekliğin somut şüphesine teslim ettim kendimi. zarardım. her şeyimle kendime verilen en büyük cezaydım.