-munis

sarılınca geçer. her şey değilse bile, sarılınca bir çok şey geçer.

-munis

uzunca bir aradan sonra gözlerimi aralıyorum her şeyin başladığı yerde. tam o ana odaklanıyorum. alelade ve savurgan bir hayatın orta yerinde tanıyamadığım düşlerin arasından fırlıyorum. masanın ucunda yer alan titrek ışığın ateşiyle yüreğimin derinliklerinde bıraktığım yabancıya dehşet ve acıyla yoğurulmuş duygularla bakıyorum. incecik bakışların arasındaki uyanışım beni gerçekliğin yanına oturtuyor. elim kapanıveriyor gözlerimin üzerine. öte yandan yanıp tutuşurken öte yandan ise korkum ağır basıyordu. titrek sesim konuşamayacağımın habercisiydi. geri dönemedim. derin bir sessizliğe gömüldüm. içimde yankılanan kocaman çığlığın sesine adım attım. ve hemen dikkatimi verdiğim kalem ile hislerimin yolunu çizdim. o an anladım, ben durmadan yazmalıyım.

-munis

içeriye yönelen adımlarımın tokluğu peşime takılmıştı yine. yıkımın parçaları gölgelerden kuşkulanmaya başlamış gözüküyordu. kıstım sesimi ve girdim korkunç bir kin taşıyan bu odaya. etrafı süzen gözlerimin varlığı kendini belli edercesine savunmasız kalmış gibiydim. hüsrana doğru uzanan, yakın anılarımın sayısız  bitimindeydim. bomboştu. oda bıraktığım gibiydi. tüm olup bitenin izini taşıyan karşı duvarın yalancı elleri... hâlâ özlemin kokusu vardı havada. tehlikeye ilişkin tasvirsiz bir savaşın içindeydim. pişmanlığımın dinginliğini işitemez oldum. adım attıkça gıcırdıyan parkelerin sesi kulaklarımı doldurdu. ayaklarımı birbiri ardınca sürüklüyordum.  görünmüyordu. kenarda duran koltuğa çöktüm. beklenmedik, rahatsız edici sessizliği dinlemeye başladım. gözlerimi kapatmış kurtuluşumu tasvir etmeye başladım. fotoğrafların çılgınca konuşan ve dayanılmaz sevincini hissettim bir anlığına. böyle olmamalıydı. içimdeki karmaşık duyguların çarpışması ile araladım gözlerimi yavaşça. yorgundum. üzerime atılan bu yorgunluğun imdadına yetişememiştim. kafamda kurduğum her vuzuhsuzluk saplanmıştı bedenime. kahkahayla güldüler. bu koca odaya sığamaz oldum. boğazımı sıkan kemiklerimin acısı arttıkça artıyordu. sarsak adımlar ile sığındım beyaz duvarların pençesine. kavramsal algımı kaybettiğim ve geriye dönemeyecek bir geçmişin avuçlarındaydım. gerçekliğin somut şüphesine teslim ettim kendimi. zarardım. her şeyimle kendime verilen en büyük cezaydım.

-munis

ruhumdan damıtılmış gülümsemeler bütün gecemin neşeli geçmesine izin veriyordu. göğsüme iliştirilmiş bir demet karanfilin hafifçe ruhuma dokunduğunu hissediyor gibiydim. avuçlarımın arasında ağır ağır ilerleyen yangınları izlerken bile gözlerimi çekmemiştim. başımı önüme eğmiş kulağımın dibinde uğulduyan ince ve serin boşluğun vermiş olduğu huzuru görür gibi oluyordum. fakat tüm bunlar anımsadığım bir rüyanın birkaç silik ve tozlu anısı olabilir miydi? hayalimde birtakım siyahlıklar kımıldadı. yanımda baktım. aynı yer ve aynı masada kalmışım... etrafımda beni yaşama sürükleyecek olan müziğin iç gıdıklayıcı sesi uzun ve tatlı bir kış gecesinde asılı kalmıştı. yüzümdeki yerini koruyan gülümseme ile tek başımaydım.

-munis

dilimin ucunda söylenmeyi bekleyen birçok kelime var. konuşmaya başlasam nereden başlayacağımı bilmiyorum. sanki düşüncelerimin arasında kaybolmuşum gibi, kendime yine epey uzağım. yolunda giden şeylerin bir anda mahvolmasına alıştım. bir şeyleri güzelleştirmeye de çalışmıyorum.