Oysa ne demişti şair "Yandığım kadar yakacağım"
Bilmez miydi şair; yaktığı kadar yanardı insan...
~Omzunu ağaca yaslamış, elindeki elmayı atıp tutuyordu. Sarı saçları diken dikendi. Ağzını açtı. Bekledim. Her sözünde beni düşünceler tufanına boğan bu genç adamın ne söyleyeceğini yine merakla bekliyordum. "Niye bir sahtekara bu kadar büyük bir hayranlıkla bakıyorsun." dedi. Söylediği sözleri düşünmedim bile. Çünkü bilirdim ki onun söyleyecekleri yalnız bu kadar değildi. O, insanların düşüncelerini başka yönlere saptırmayı, kafalarının karışmasını severdi. Onun bu zamana kadar söylediği şeylerin sadece ikinci cümleleriydi asıl söyledikleri... Ya da anlayabildiklerimiz mi demeliyim? "Denizler. Onlar en büyük sahtekarlardır. Mavi görünürler ancak sadece gökyüzünü yansıtırlar. İnsanları kandırır ve bundan zevk alır. Denizlerin içindeki imparatorluk bu sahtekarlığı göz ardı etmemizi sağlayabilir mi? Bunun cevabı da kişiye göre değişir." Sustu ve elmasından koca bir ısırık alıp bana doğru fırlattı. Ellerini pantolonunun ceplerine yerleştirip arkasını dönüp gitti. Elmayı tuttum. Bir ısırık da ben kopardım. Yeşildi. Bana hep kendi kalbinin yeşil renkte olduğunu söylerdi. Gözleri de hep deniz mavisiydi.
Umursamazca önümdeki manzaraya döndüm. Ne anlatmak istediğini anlamıştım. Pek de umrumda değildi. Sahtekarsa sahtekardı. Beni ilgilendirmezdi. Yani deniz. Sahtekar olan oydu. Bu dünya bir şeyleri umursamaya başladığın an cehenneme dönerdi. Tek bir kural:
Umursama.
Arkasını dönüp giden renklerin adamının, kasabaya ne yapacağı önemli değildi. Umursamamak yeterliydi.~
- Hatay/Türkiye
- JoinedDecember 22, 2019
Sign up to join the largest storytelling community
or