O saçma sapan ve hepsi birbirine benzeyen günlerden biriydi. Neredeyse 24 saat yemek yemediğim ve uyumadığım günlerden biri. Yine kudurmuş gibi sabahtan akşama kadar yazdığım, öfkeden ve yorgunluktan başımın çatlayacak kadar ağrıdığı bir gün. Dışarı çıkayım dedim, biraz hava almak için. Kendimi dışarı atıp gelişigüzel dolaşırken önce kalabalığı fark ettim, sonra garip şarkılar eşliğinde yaptıkları enteresan hareketleri ve sonra bazılarının tuhaf kırmızı kostümlerini. Vay anasını dedim dışımdan, lan bu gece yılbaşıymış. Birden annemi aramak geldi aklıma. Kastamonu'daydı ailem. Elimi cebime attım, uzun süredir sakladığım jetonu aldım ve kulübe aramaya başladım. Porsuğun kenarındaki kulübeye geçip tuşlara bastım. Tek bir jetonum vardı, konuşmak istediğim binlerce şey vardı, etrafımda eğlenen sürüyle insan vardı ve o an benim sadece anneme ihtiyacım vardı. İkinci çalışta açıldı telefon. Kardeşim çıktı, annemi istedim. Hastaneye götürdü babam dedi. N'oldu ne hastanesi dememe kalmadan kapandı telefon. Delirmek üzereydim. Dışarı çıkıp kulübenin yakınındaki insanlara jeton sordum. Kimsede yokmuş. Bayiye gidip jeton istedim, parasını yarın bırakırım dedim. Yok dedi pezevenk. Oysa kasanın yanındaki jeton kutusunu görüyordum. Allah belanı versin deyip sokağa çıktım tekrar. Hayatım boyunca hiç yapmadığım bir şey yapmaya başladım. Geçen insanlara bozuk paranız var mı diye sorarak yürüdüm. Yarım saatten fazla dolaştım, en az yirmi kişiye sordum. "Pardon, bozuk paranız var mı?" Yirmisinin de yokmuş bozuk parası. Yavşakların yılbaşı eğlencesi vardı, markalı botları vardı, sevgilileri vardı, kalemleri, doğalgazları, planları vardı. Ama hiçbirinin bozuk parası yoktu. Serdar aklıma geldi sonradan. Evi biraz uzaktaydı. Ondan alırım jeton parası diye düşünüp tekrar yürümeye başladım. Sonra yolda bir tanıdık denk geldi. Durumu anlatıp biraz para istedim. O parayla da üç tane jeton alıp hemen evi aradım.