Bir askeriyeye fazla gelen iki sert komutan olarak düşünenleri yalan çıkaracak bir yerde görev yapıyordu Onur. Zira herkes görmüştü bir askeriyeye fazla gelen biri tunç kadar sert diğeri polyanna kadar iyimser iki farklı kutupların askerleri olan Binbaşı Yavuz Kantar ve Teğmen Onur ayalı. Yavuz ne kadar sert ve acımasız ise Onur o kadar anlayışlı ve pozitifti. Bu yüzdendi her doğan güneş ile başlayan kavgaları. Bazen bir askere sinirlendiğinde karşısında gülen yüzü ile duran Onur'a sinirlenen Yavuz, bazen de verdiği bir kararı tatlı dili ile eleştirmesine öfkeleniyordu. Ama hiç istisnasız her gün kavga eden ikili askeriyede sessiz bir gün geçmemesine yemin etmiş gibiydiler.
Onur sakin sakin sabah içtimasına inerken duyduğu sert postal sesi ile gülümsedi. Geliyordu yine güneşin habercisi , askeriyenin sesi canı komutanı. Yüzünden düşürmediği gülümsemesi ile hızla bahçe kapısına yöneldiğinde kolundan tutulup çekilince duraksadı. Başını çevirdiğinde arkadaşı teğmen Ahmet'i gördü. Merak ile kaşları havalandı Onur'un:
" Günaydın Ahmet, bir sorun mu var?" dediğinde Ahmet derin bir iç çekti.
" Şimdi değil ama birazdan olacak. Onur ne olur yüzünden şu gülüşü silip in bahçeye. Bu gün sadece bu gün şu adamı deli edecek bir şey yapma." Onur ise omuz silkti, o zaten hiç bir şey yapmıyordu . Yavuz'un kızması için bir şey yapmasına gerek bile yoktu. Tam ağzını açıp cevap vereceği sırada duyduğu kükreme ile şaşkın yüzü tekrar geniş bir gülümsemeye evrildi.
" Teğmen Onur Ayalı, ne bok yiyorsun gene."
Gün başlamıştı ve Onur başını çevirip gülüşünü bozmadan ateş saçan gözlere gözlerini dikti.
" Hiç binbaşım gül yüzünüzü görmeye bahçeye geliyordum."
Yavuz'un sinirleri tepesine çıkarken kaşları daha da çatıldı. Oysa onun aksine Onur tatlı tatlı gülümsüyordu. Ama kimsenin bilmediği ve tahmin edemediği bir gerçek aralarında sessizce durmaktaydı. Onur Yavuz onu öldürse de sesini çıkarmazdı, Yavuz ise Onur'un neden bunu yaptığını asla anlamayacaktı.