Gökyüzü yanıyordu. Yere düşen küller ruhuma dokunuyor, kabuk tutmuş yaralarımı kanatıyordu. Bedenim, acı çeken ruhumun çığlıklarını kulak tıkamayı uzun zaman önce bırakmış ve sadece onu dinlemeye koyulmuştu. Yüksek bir binadan yere doğru düşüyordum ama düşüşümün bir sonu yoktu. Yere ne zaman çakılıp parçalara ayrılarak döngünün tekrar başlayacağı muammaydı.
Gün geçtikçe dengesizleşiyordum; dakikalarım saniyelerimle, saniyelerim saliselerle uyumsuzdu, düşüncelerim ve davranışlarım yarışa girmişlerdi. Sözcüklerimin üstü siyah bir mürekkeple karalanmış, anlamsız cümleler çıkartırken dilim bana ihanet ediyor, bakışlarım acıyı dışarı vurmakla vurmamak arasında sıkışmıştı; araftaydı.
Küçüklüğüm zihnimin ıssız ve tenha yollarında karanlığa karışarak yürüdüğü yola bakıyordum; bakışlarında çürümeye yüz tutmuş ruhumu görüyordum. Saçlarında, avucuma tel tel işlenmiş kesik izlerini, teninde kazınmış beş parmağın izini, dudaklarında acının çığlığı olan sessizliğin mührünü görüyordum.
- انضمFebruary 22, 2020
قم بالتسجيل كي تنضم إلى أكبر مجتمع لرواية القصص
أو