Hiç yazmak istemeyip içimdeki duyguları
dışarı atmam gerektiğinden yazdığım günler de oldu, çok
yazmak isteyip gerçek duygularımı tam olarak yazamayacağımı
hissettiğim günler de. Çok iyi hissettiğim günler de oldu,
karamsarlıktan bunalmış hissettiğim günler de. Bunların
yanında belirsizliğin içinde kaybolmuş hissettiğim günler de
oldu tabi. Şu sıralar da böyle günlerden geçiyorum sanırım. Hani
yüzerken kıyı hep yakındaymış gibi görünür ama bir türlü
ulaşamazsınız ya öyle bir his içimdeki. Düzensizliğin ve
belirsizliğin içinde bir düzen kurmaya, hayatıma kendim olma
yolculuğundan bir şeyler katarak devam etmeye çabalıyorum.
Bir süredir. Ama sanki hayat, yaş aldıkça gerçek bizden bir
şeyler götürüyormuş gibi hissetiriyor. Geçici diyerek çıktığımız
yolculuklarda söyleyemediğimiz, içimizde tuttuğumuz her cümle
ya da duygu sanki bizim biz olma yolculuğumuzdan bazı
parçaları alıp götürüyor. Ve gün geçtikçe biz, kendimizden
uzaklaşıyoruz. Sanki puzzle'ın parçaları zamanla kayboluyor ve
puzzle tamamlansa bile günün sonunda hep bir eksiklik oluyor
içimizde. Kıyıya yaklaştığımızı hissetikçe sanki bir akıntı bizi
bambaşka yönlere sürüklüyor. Cesur olduğumuzu hissettiğimiz
günlerle cesaret maskemizi çıkarttığımız, neyden korktuğumuzu
bilmeden korktuğumuz günler birbiri arkasında sıralanırken biz,
bu zıtlıklarla dolu hayatta bir mücadele vermeye çalışıyoruz. Hiç
durmadan koşmak istediğimiz günleri bazen yorulduğumuz,
durmak istediğimiz günler takip ediyor. Bazen sığınacak bir
liman bulabiliyoruz, bazense o limanlardan çok çok uzakta
oluyoruz. Bazen denizin ortasındayken durabileceğimiz bir
iskele inşa edebilecek kadar güçlü hissediyoruz kendimizi,
bazense iskeleyi yıkma gücüne sahip dalgalara karşı
koyamıyoruz. Bazen demir almak günü gelmişse bile, meçhule
giden gemi kalkamıyor işte o limandan. Belki o limanın
belirsizliğinden, belki bağlandığı sımsıkı halatları çözecek gücü
bulamadığından. Belki gidecek yönlerin kapalı olmasından, belki
de varacağı bir liman bile olmamasından.