Goffrett35

Şu Boğaz Harbi Nedir? Var mı ki dünyada eşi?
          	
          	En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
          	
          	-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
          	
          	Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,
          	
          	Ne hayasızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı!
          	
          	Nerde-gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı”
          	
          	Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
          	
          	Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!
          	
          	Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer
          	
          	Kaynıyor kum gibi, Mahşer mi, hakikat mahşer.

Goffrett35

Şu Boğaz Harbi Nedir? Var mı ki dünyada eşi?
          
          En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
          
          -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
          
          Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,
          
          Ne hayasızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı!
          
          Nerde-gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı”
          
          Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
          
          Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!
          
          Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer
          
          Kaynıyor kum gibi, Mahşer mi, hakikat mahşer.

Goffrett35

Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
          
          Osrtralya’yla beraber bakıyorsun ; Kanada!
          
          Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.
          
          Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk.
          
          Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...
          
          Hani tauna da zuldür bu rezil istila...
          
          Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil,
          
          Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,
          
          Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
          
          Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına,

Goffrett35

Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına,
          
          Maske yırtılmasa hala bize affetti o yüz ...
          
          Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.
          
          Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbab,
          
          Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.
          
          Öteden saikalar parçalıyor afakı;
          
          Beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı;
          
          Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
          
          Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.
          
          Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
          

Goffrett35

Atılan her lağımın yaktığı: Yüzlerce adam.
          
          Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de yer
          
          O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
          
          Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
          
          Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
          
          Saçıyor zırha bürünmüş de namerd eller,
          
          Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.
          
          Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
          
          Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.
          
          Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...

Goffrett35

Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
          
          Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
          
          Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
          
          Hangi kuvvet onu, başa, edecek kahrına ram?
          
          Çünkü te’sis-i ilahi o metin istihkam.
          
          Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
          
          Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;
          
          Bir göğüslerse Huda’nın edebi serhaddi;
          
          “O benim sun’-i bediim, onu çiğnetme” dedi.
          
          Asım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
          
          İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
          
          Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
          
          O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar,
          
          Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
          
          Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
          
          Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
          
          Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.

Goffrett35

Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid’i...
          
          Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
          
          Sana dar gelmeyecek makber’i kimler kazsın?
          
          “Gömelim gel seni tarihe”desem, sığmazsın.
          
          Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...
          
          Seni ancak ebediyetler eder istiab.
          
          “Bu, taşındır” diyerek Ka’be’yi diksem başına;
          
          Ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına;
          
          Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;
          
          Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;
          
          Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
          
          Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsan oradan;
          

Goffrett35

Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;
          
          Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
          
          Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
          
          Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
          
          Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
          
          Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.
          
          Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
          
          Şarkın en sevgili sultanını Salahaddin’i,
          
          Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...
          
          Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
          
          O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
          
          Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;
          
          Sen ki, a’sara gömülsen taşacaksın... Heyhat,
          
          Sana gelmez bu ufukalar, seni almaz bu cihat...
          
          Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
          
          Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.
          
                                                 MEHMET AKİF ERSOY
          
          

Goffrett35

Ben ölürsem akşamüstü ölürüm 
          Şehre simsiyah bir kar yağar 
          Yollar kalbimle örtülür 
          Parmaklarımın arasından 
          Gecenin geldiğini görürüm 
          Ben ölürsem akşamüstü ölürüm 
          Çocuklar sinemaya gider 
          Yüzümü bir çiçeğe gömüp 
          Ağlamak gibi isterim 
          Derinden bir tren geçer 
          Ben ölürsem akşamüstü ölürüm 
          Alıp başımı gitmek isterim 
          Bir akşam bir kente girerim 
          Kayısı ağaçları arasından 
          Gidip denize bakarım 
          Bir tiyatro seyrederim 
          Ben ölürsem akşamüstü ölürüm 
          Uzaktan bir bulut geçer 
          Karanlık bir çocukluk bulutu 
          Gerçeküstücü bir ressam 
          Dünyayı değiştirmeye başlar 
          Kuş sesleri, haykırışlar 
          Denizin ve kırların Rengi birbirine karışır 
          Sana bir şiir getiririm 
          Sözler rüyamdan fışkırır 
          Dünya bölümlere ayrılır 
          Birinde bir pazar sabahı 
          Birinde bir gökyüzü 
          Birinde sararmış yapraklar 
          Birinde bir adam 
          Her şeye yeniden başlar

Goffrett35

          Ben ölürsem
          Gözyaşımı bulutlara saklayın
          Tadım tuzum toprağıma karışsın
          Bahar gelir çiçek olur açarım
          Ben ölürsem
          
          Ben ölürsem
          Bir çınar olsun bedenim saçılsın
          Tüm aşkların isimleri kazınsın
          Tek kelime benim için yazılsın
          Ben ölürsem
          
          Ben ölürsem
          En çok sevdiğim şarkı çalınsın
          Bir şişe de benim için açılsın
          Anneme bir omuz bulun ağlasın
          Ben ölürsem
          
          Ben ölürsem
          Bir tek onları çağırmayın 
          
          

Goffrett35

          Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?
          Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?
          Pervane olan kendini gizler mi hiç alevden?
          Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu.
          
          Gün, senden ışık alsa da bir renge bürünse;
          Ay, secde edip çehrene, yerlerde sürünse;
          Her şey silinip kayboluyorken nazarımdan,
          Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse...
          
          Ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla,
          Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla!
          Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince
          Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince
          Gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım;
          Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım.
          Gözler ki birer parçasıdır sende İlahın,
          Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın,
          Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin;
          Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin!
          
          Bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden,
          Bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden...
          Hasret sana ey yirmi yılın taze baharı,
          Vaslınla da dinmez yine bağrımdaki ağrı.
          Dinmez! Gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu!
          Dinmez! Ebedi özleyişin bestesidir bu!
          Hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı,
          Görmek seni ukbadan eğer mümkün olaydı.
          
          Dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,
          Tek bendeki volkanları söndürse denizler!
          Hala yaşıyor gizlenerek ruhuma 'Kaabil'
          İmkanı bulunsaydı bütün ömre mukabil
          Sırretmeye elden seni bir perde olurdum.
          Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.
          
          Mehtaplı yüzün Tanrı'yı kıskandırıyordur.
          En hisli şiirden de örülmez bu güzellik.
          Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur;
          Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik...