KanKusanTuvaller

Yağmurlu bir Kasım günü, 
          	Cebimde ıslanmış bir mektup, 
          	Zar zor toparlamışım kendimi, 
          	Sol yanım alev alev, 
          	Seni bekliyorum okul bahçesinde, 
          	İçimde deli bir cesaretle, 
          	Hayatım boyunca unutamayacağım  
          	O ses yankılanıyor uzaklardan ve gittikçe yaklaşıyor, Merdivenlerde bir koşuşturmaca, 
          	Acı siren sesleriyle bir ambulans geliyor okulun bahçesine, 
          	Bilinmez bir korku kaplıyor içimi 
          	Ve sedyede görüyorum seni rengin soluk bembeyaz, bir melek gibi, 
          	Koşuyorum hiç durmaksızın boş sokaklarda yağmura karışan göz yaşlarımla, mezarlıkta alıyorum soluğu 
          	Annemin başucunda, 
          	Bir yandan dua ediyorum, bir yandan kendime, kaderime kızıyorum, ben sevdiğim için mi ölüyor insanlar önce annem şimdi sen, 
          	Sevmem bir daha kimseyi, 
          	Mezarlıkta biraz ağladıktan sonra eve gidiyorum, dua ediyorum sabaha dek, 
          	Ve ertesi sabah okulda alıyorum acı haberi küçük kalbin hayata dayanamayıp durmuş kalp krizi geçirmişsin ve melek olmuşsun. 
          	Şimdi yıllar geçti hala aynı mahalledeyim, evlendim çocuklarım oldu, hatta kızım bizim okulda okuyor  o bahçede geziyor, seni son gördüğüm yerde, 
          	Annemi her ziyaretimde, senin yanına da uğruyorum, her seferinde iki gülle gidiyorum mezara, biri sana biri anneme iki beyaz gül, hayatıma giren iki meleğe. Bir de o mektup var senden kalan, 
          	Sana vermek için beklediğim o ıslak mektup hala saklıyorum onu, 
          	Merak ediyorsundur ne yazıyor diye, 

KanKusanTuvaller

Şöyle başlıyor; 
          	  Bunları yazıyorum çünkü seninle konuşacak cesaretim yok, sana saçma gelebilir ama öyle işte,  
          	  Annemi kaybettikten sonra fazla çevrem olmadı yalnız gezdim hep, sessiz yalnız bir çocuk oldum, bu yüzden okulda deli diyen de oldu bir sürü şey zırvalayan da oldu, ama sen, sen başkaydın benim için, 
          	   Annemin gülüşleri vardı sende, belki bu yüzden farklıydın, seni her gördüğümde boğazım  düğümleniyor konuşamıyordum bu yüzden bu mektubu yazma kararı aldım bilmiyorum cesaret bulup  da verebilir miyim sana, ha birde ricam var senden tek sen okursan sevinirim, sana olan hislerime  karşılık vermesen bile aşkıma saygı duymanı isterim.. 
          	  Sen hatırlar mısın bilmiyorum ama, benim hiç unutamadığım bir gün var. 
          	  Hani okul gezisine çıkmıştık  ya, sıcak bir haziran günüydü, okulların kapanmasına sayılı günler kala, hayatımda ilk defa uzun bir yolculuğa çıkacaktım çok korkuyordum. 
          	  Cam kenarında oturuyordum, korkularım epilepsi nöbetlerimi tetiklemişti, kriz geçiriyordum ve sen yaklaştın o an, gözlerinden süzülen bir iki damla yaşa inat, güçlü gözüküyordun. 
          	  Elini saçlarıma atıp kulağıma fısıldadın "ölmek için çok küçüksün lütfen yaşa" dedin. 
          	  Boynuma, yüzüme kolonya sürüyordun. 
          	  Öğretmenler dahi panik olmuşken, sen o minicik kalbinle, minnacık ellerimle bana şifa olmuştun. 
          	  O gün aşık olmuştum sana, evet sana aşığım.. yazıyordu o mektupta, bak ben hâlâ yaşıyorum, bak hâlâ ölmedim. 
          	  O gün, o minik ellerini tutup sana şifa olamadım, "ölmek için çok küçüksün" diyemedim. 
          	  Sanki sen doğa üstü güçlere sahiptin, sanki orada  bütün gücünü bana verip beni hayata döndürdün, sanki bu yüzden, benim yüzümden yorgun düştün.. Sen, sen öldün. 
          	  Maalesef ben hâlâ yaşıyorum..
Reply

KanKusanTuvaller

Yağmurlu bir Kasım günü, 
          Cebimde ıslanmış bir mektup, 
          Zar zor toparlamışım kendimi, 
          Sol yanım alev alev, 
          Seni bekliyorum okul bahçesinde, 
          İçimde deli bir cesaretle, 
          Hayatım boyunca unutamayacağım  
          O ses yankılanıyor uzaklardan ve gittikçe yaklaşıyor, Merdivenlerde bir koşuşturmaca, 
          Acı siren sesleriyle bir ambulans geliyor okulun bahçesine, 
          Bilinmez bir korku kaplıyor içimi 
          Ve sedyede görüyorum seni rengin soluk bembeyaz, bir melek gibi, 
          Koşuyorum hiç durmaksızın boş sokaklarda yağmura karışan göz yaşlarımla, mezarlıkta alıyorum soluğu 
          Annemin başucunda, 
          Bir yandan dua ediyorum, bir yandan kendime, kaderime kızıyorum, ben sevdiğim için mi ölüyor insanlar önce annem şimdi sen, 
          Sevmem bir daha kimseyi, 
          Mezarlıkta biraz ağladıktan sonra eve gidiyorum, dua ediyorum sabaha dek, 
          Ve ertesi sabah okulda alıyorum acı haberi küçük kalbin hayata dayanamayıp durmuş kalp krizi geçirmişsin ve melek olmuşsun. 
          Şimdi yıllar geçti hala aynı mahalledeyim, evlendim çocuklarım oldu, hatta kızım bizim okulda okuyor  o bahçede geziyor, seni son gördüğüm yerde, 
          Annemi her ziyaretimde, senin yanına da uğruyorum, her seferinde iki gülle gidiyorum mezara, biri sana biri anneme iki beyaz gül, hayatıma giren iki meleğe. Bir de o mektup var senden kalan, 
          Sana vermek için beklediğim o ıslak mektup hala saklıyorum onu, 
          Merak ediyorsundur ne yazıyor diye, 

KanKusanTuvaller

Şöyle başlıyor; 
            Bunları yazıyorum çünkü seninle konuşacak cesaretim yok, sana saçma gelebilir ama öyle işte,  
            Annemi kaybettikten sonra fazla çevrem olmadı yalnız gezdim hep, sessiz yalnız bir çocuk oldum, bu yüzden okulda deli diyen de oldu bir sürü şey zırvalayan da oldu, ama sen, sen başkaydın benim için, 
             Annemin gülüşleri vardı sende, belki bu yüzden farklıydın, seni her gördüğümde boğazım  düğümleniyor konuşamıyordum bu yüzden bu mektubu yazma kararı aldım bilmiyorum cesaret bulup  da verebilir miyim sana, ha birde ricam var senden tek sen okursan sevinirim, sana olan hislerime  karşılık vermesen bile aşkıma saygı duymanı isterim.. 
            Sen hatırlar mısın bilmiyorum ama, benim hiç unutamadığım bir gün var. 
            Hani okul gezisine çıkmıştık  ya, sıcak bir haziran günüydü, okulların kapanmasına sayılı günler kala, hayatımda ilk defa uzun bir yolculuğa çıkacaktım çok korkuyordum. 
            Cam kenarında oturuyordum, korkularım epilepsi nöbetlerimi tetiklemişti, kriz geçiriyordum ve sen yaklaştın o an, gözlerinden süzülen bir iki damla yaşa inat, güçlü gözüküyordun. 
            Elini saçlarıma atıp kulağıma fısıldadın "ölmek için çok küçüksün lütfen yaşa" dedin. 
            Boynuma, yüzüme kolonya sürüyordun. 
            Öğretmenler dahi panik olmuşken, sen o minicik kalbinle, minnacık ellerimle bana şifa olmuştun. 
            O gün aşık olmuştum sana, evet sana aşığım.. yazıyordu o mektupta, bak ben hâlâ yaşıyorum, bak hâlâ ölmedim. 
            O gün, o minik ellerini tutup sana şifa olamadım, "ölmek için çok küçüksün" diyemedim. 
            Sanki sen doğa üstü güçlere sahiptin, sanki orada  bütün gücünü bana verip beni hayata döndürdün, sanki bu yüzden, benim yüzümden yorgun düştün.. Sen, sen öldün. 
            Maalesef ben hâlâ yaşıyorum..
Reply

KanKusanTuvaller

Milyonlarca halk bedenen, ruhen, fikren ve ahlaken çürüyor da, hiç kimse bu kokuşmuşluğu görmüyor. Herkesin karakteri bozulmuş veya herkes bu yozlaşmışlığa alışmış da bunu doğal bir durum sanıyor sanki. Ama bu böyle mi olmalıdır?

KanKusanTuvaller

"Binbir türlü fedakarlık yaptığım insan bana nankörmüşüm muamelesi yaparsa eğer, o insanı fedakarlığımın yüzde birini mumla aratacak hale getirmek benim hakkım. Kendi alnımdan öpüyorum bu kadar karakterli olduğum için."

KanKusanTuvaller

Zavallı şeytan! Bana ne verebilirsin ki.. Yükseklere göz dikmiş insan bilincini, senin gibiler kavrayabilir mi hiç? Sendeki gıda, doyurmaz insanı; elindeki kızıl altın, cıva gibi avucunun içinden akıp gider... Senin kumar masalarında kimse kazanmaz! Daha sarılırken başkalarına bakar, göndereceğin kadınlar! Vereceğin itibarın tanrısal gururu, kuyruklu bir yıldız gibi kayar gider! Bunları mı sunacaksın bana? Göster bana bakalım, koparılmadan çürüyen meyveyi, her gün yeniden yeşillenen ağacı!

KanKusanTuvaller

Sen yalnızca bir istek duyuyorsun. Ötekini asla öğrenme! Ah... Benim bağrımda iki ruh yaşıyor. Birisi diğerinden ayrılmak ister. Birisi şiddetli bir aşk ateşi ve bütün organlarıyla, dünya hayatına sarılır. Diğeriyse, toz-toprak arasından fırlayıp ulu atalar ülkesine yükselmeyi ister. Ah... Yerle gök arasında bilgince mekik dokuyan ruhlar varsa, hoş kokulu yuvalarından yere inseler, beni yeni ve renkli bir hayata kavuştursalar. Evet, büyülü bir kaftanım olsaydı da, beni yabancı vatanlara uçursaydı. O bana en zarif giysilerden, hatta bir kral kaftanından daha değerli gelirdi!

KanKusanTuvaller

Şu masanın başında kaç gece yolunu gözümü kırpmadan beklediğim dolunay, kitap ve kağıt yığınları üzerinden görünen kederli dost, acılarıma son bakışın olsaydı bu! Ah... Dağlarda senin hoş ışığınla yürüsem, mağaralarda perilerle uçabilsem, çimenlerde alaca ışığında gezinsem ve bilginin olanca yükünden sıyrılsam, çiyle yıkanıp sağlık bulsam.. Eyvah Güzel göğün ışığının bile, camlardan bulanarak geçebildiği bu zindanda, bu uğursuz, karanlık duvar deliğinde miyim hâlâ! Kurtların kemirdiği, tozlu kitap yığınlarının tavana vardığı, sararmış kağıtların kuşattığı bu delikte miyim? Bardaklar, kutular ve eskilerden kalma döküntülerle dolu şu odada mıyım hâlâ! Bu da bir dünya ha! Bunun adına da dünya diyorlar öyle mi! Sonra da yüreğin neden korkularla burkuluyor ve neden anlaşılmaz bir acı bütün yaşama girişimlerini önlüyor diye soruyorsun!

KanKusanTuvaller

Öyleyse bana yeniden o zamanlarımı ver, henüz olgunlaşmakta olduğum dönemleri: Bir arada sıkışıp kalmış şarkıların, hep yeniden doğduğu, sislerin dünyamı perdelediği, tomurcukların henüz mucizeler vaat ettiği, o zamanlar ki binlerce çiçeği koparmışım sapından vadileri baştan aşağı kaplayan. Sahip değildim hiçbir şeye ama yetiyordu bana, gerçeği aramak ve yanılgının hazzı, gem vurmadan o güdüleri, o derin, acılarla dolu mutlulukları, nefretin gücünü, aşkın kudretini..
          Ver bana geri, gençliğimi! 

KanKusanTuvaller

İnsanlık son yüzyılda en az tanrı kadar iyi bir masal daha üretti: neo liberalizmin yeryüzünün yapabileceği en iyi şey olduğuna dair bir masal bu.. Başka hangi yüzyılda krallar daha az kişinin daha çok yiyeceği, daha çok kişinin aç kalarak öleceğini ve herkes için en iyisinin bu olduğunu söylese bu kadar geniş bir tebayı inandırabilirdi kendine? Hangi kral gökyüzünün ve yer yüzünün tüm renkleri yok olana kadar sömüreceğiz -maviyi ve yeşili- doğanın kusmuklarından ciklet ve deodorant yapacağız dese hangi çılgın teba sevinçle koşardı cikletlerle deodorantları almaya? Asyalı çocukları tuvalete bile gitmelerini yasaklayarak çalıştıracağız ve onların küçük elleri ile yaptıkları plastik oyuncakları hazır yemek zincirlerinde dünyanın dört bir yerinde hediye olarak, zehirli çocuk menüleriyle birlikte başka çocuklara vereceğiz.. Böylece doğudaki ve batıdaki çocukların aynı anda canına okuyacağız dese krallar, hangi cahil orta çağ insanı inanırdı buna?