Lanet, lanet, lanetler olsun.
İki yıldır bu boşluğa hapsoldum gitti, beyin kıvrımlarıma kancalar soktular, nefes deliklerimden kurtçuklar tırmandı, dişlerim törpülendi, gözlerimden cıva aktı.
Gördüğüm neredeyse her rüyayı unutuyorum artık.
Sabah kalktığım an bir saniyeliğine her şeyi kavrıyorum, sonra sımsıkı kucaklayan kollarımdan kayıp gidiyor anılar. Kendime sarılı kalıveriyorum, özlem gideremiyorum; sarıldığım sırt kayboluyor da bedeninin sıcaklığı kalıyor biraz. Anı gidiyor, his kalıyor.
Artık paranoyaklaşmaya başladım. Eski ben değilim sanki? Kuledeki uykumdan kalktığımdan beri bu his var içimde. Güneşin ışığı bastıramıyor gölgeleri sanki. Her zaman, gözlerimin köşesinde, odanın ucunda, mumların dibinde biraz oluyor. Çok az, aşırı az, tuvalin kenarına bulaşmış bir damla boya gibi; görmezden gelmeye çalışıyorum, gelemiyorum. Karanlık bir mağaradayım, aydınlatamıyorum.
Üstümde tuhaf bir yorgunluk var ayrıca. Usandırıcı değil, kucaklayıcı; bedenimi yumuşatıyor, çarşaflara sarıyor beni, bir ninni mırıldanıyor; sözlerini duyamıyorum, ezgisi kulaklarımı çınlatıyor; uyu, diyor, uyu.
Belki de uyumalıyımdır, belki de uyumamalıyımdır. Bilemiyorum. Belki de hiç uyanmamalıydım, karar veremiyorum.
Bazen korkuyorum. Ya bu da bir rüyaysa? Ya yine unutursam? Korku eyersiz, üzengisiz bir binek; binekliği sadece binilmesiyle kalıyor, amaçsızca toprağı tepiyor, götürmüyor, gidemiyorum.
Belki bir rüyadır da unuturum diye yazıyorum bu anıyı: iki el bir kağıt alıyor, ikiye katlıyor, biri bir makasla kağıttan bir küçük adam kesiyor, adamı açıyor, iki küçük adamı oluyor. Ortadan ikiye kesiyor iki adamı, ayırıyor, makas öbür elin parmağına batıyor, iki küçük adamdan biri kırmızıya boyanıyor.
Belki de bu bir rüya değildir, belki o iki el benimdir; ama risk almak istemiyorum, kumar oynamak istemiyorum. Bunun da her şey gibi bir yazı-tura olmasını istemiyorum.