“O an…” dedi, yutkunarak. Ben yüzüne öylece bakarken, karşımda dikilen adamın, Yağız’ın ağzından çıkan ilk söz bu oldu. “Sana aşık olduğum ilk an... Banyonun tam ortasındaydın. Dişlerini fırçalıyordun. Çat kapı içeri girdim. Elimde Şükrü Erbaş’ın ‘Bütün Mevsimler Güz’ kitabı vardı. Sayfaların arasından çıkan kırmızı bir gül kurusunu gösterdim sana. Benim vermiş olduğum olduğum gülü neden sakladığını sordum. Sense inkar ettin... Benim verdiğim gül olmadığını söylüyordun. O an elini tam kalbinin üzerine koydum...” Benzer anlarda elini tekrar kalbimin üzerine getirdi. “İşte böyle... Kalp atışlarını dinledim. Eğer yalan söylüyorsan benimkinden hızlı atardı. Böyle dedim... Ve bunu sana gösterebilmek için senin elini de kendi kalbimin üzerine getirdim...” Bu kez benim elimi tutup yine kalbinin tam üstüne koydu. “İşte böyle... O an kalbin çok, çok hızlı çarpıyordu. Sana... Sana, yalan söylediğini ispatlayacaktım, böylelikle. Bu işime gelirdi. Ama sonra bir şey oldu... Benim kalbimin, avcumun içinde atan senin kalbinden daha hızlı atmaya başlamıştı. Kolay heyecanlanmayan bir adamdım, kalp atışımın neye benzediğini pek fazla bilmeyen bir adam... Ama o an, o sadece saniyeler süren an, beni bir kadının gözlerine bakarken kalbi deli gibi çarpan bir serseme dönüştürdü. Çünkü bu, sana aşık olduğum ilk andı...”