Güce tapan bir toplumda yaşıyoruz, ne acı. Mafya tetikçileri "kahraman", sömürücüler "iş insanı", despotlar "lider" olarak benimseniyor burada. Bağırdığın kadar, karşındakini susturduğun kadar, kabalaştığın kadar dinleniyorsun. Ne söylediğinin önemi yok, "güçlüysen", "karizmatik" ve "zenginsen" daima haklısın. Fiziksel ve ruhsat şiddet prim yapıyor, bedensel ve maddi güç takdir görüyor, fikirler değil cüzdanlar ve saltanat kalıntısı baskıcı otoriter tavırlar hüküm sürüyor. Nezaketin, yaratıcılığın, iyiliğin, zekanın ve özgür fikirliliğin hiç bir hükmü yok. Erkekler en itaatkar, en ezik, en basit kadını, kadınlar en kaba, en hükmeden, en katı erkeği arıyor. Heybetli bir makamı olmayan sıradan insan eziliyor, sömürülüyor, hayatın her alanında güçlülerin artıklarıyla ve kendisine layık gördükleriyle yetinmek zorunda kalıyor. Ama bu adaletsizliğe başkaldırmak yerine, kendisini ezen güçlülere mazoşist bir hayranlık besliyor, onların arasına girmenin hayaliyle yaşıyor, çocuklarını bu hayalle zehirliyor. Herkes, saraylara ve gökdelenlere hayranlıkla bakıyor, bir gün oraya tırmanmak hayaliyle onurunu satıyor. Oysa bir olup o sarayları, kuleleri, tahtları yıkacak güce sahipler, ama sadece seçkin bir azınlık bu haklı isyanın bayrağını taşıyabiliyor. Çoğunluk ise, içine itildiği bataklıkta debelenip dururken egemenlerin gözüne girmek umuduyla haline şükrediyor.