Kafasını boyun girintime yaklaştırdı, solukları enseme çarptı. Vücudum kaskatı kesilmiş, solukları karşısında tüylerim ürpermişti. Olduğum yerde kalmış sadece duruyordum. Derince solukladı. Bana cennetten ezgiler söyler gibi fısıldadı; yavaşça, narince. "Tu es mon église." (Sen benim kilisemsin.) Donmuştum. Sakince soluklandı tekrar, huzur buluyor gibi. Ensemdeki minik saçlar hareket etti soluklarıyla. Derince nefes aldı, fısıldadı sakince. Acelesi yoktu, fısıldadı. Dünya duymasın, ben duyayım ister gibi fısıldadı. "Tu es mon lieu de culte." (Sen benim ibadet yerimsin.) boynuma narince yaklaşıp ufak bir öpücük kondurdu, soluklandı. Dediklerinin ağırlığı omuzlarıma henüz çöküyordu zira bizim yaşadığımız devir, öyle bir devirdi ki eşcinselliği hukuken katı kurallarca yasaklıyordu. Jeongguk'sa en büyük hatasını bir avukata, yani bana aşık olarak yapmıştı. Kafasını kaldırdı, elleri saçlarımdan yanaklarıma ince bir doğru üzerinde okşadı. Son kez, kulağıma yaklaştı. Bir eliyle yanağımı okşamaya devam ederken; son kez, fısıldar gibi, cennetsi sesiyle konuştu.
"mahkemeye çıktığımda umarım hükmüm sen olursun."