Bir zamanlar bir kız vardı. Sevmek tek bildiği şeydi ama verdiği sevgi kimse tarafından kabul görmezdi. Bıkmıştı sevmek değil sevilmek istiyordu artık. Bir gün daha önce birini hiç sevmemiş biri ile tanıştı. Sevgiye inanmayan biri idi. Sadece dostlardı ama ona rağmen onun bırakma korkusu vardı kendisi gibi. Bu istemese de yine birinden hoşlanmasına neden olmuştu. Ama dile getirmeyecekti. Ancak onun kendisini sevdiği zaman. En sonunda olmuştu ikisi de birbirlerini seviyordu. Mutlulardı. Belli bir zaman sonra kız bu sevginin küçük bir kelimeye sığmadığını fark etti. İlk defa aşk ne onu anlamıştı. Günler, haftalar, aylar geçiyor ama aşkı sönmek bilmiyordu ama bu fazla sevgi o kişiye çok geliyordu. Kızın sevgisine inanmıyordu. Onu kırıyordu. Kavgalar, küslükler, kırgınlıklar, kıskançlık, saçma ithamlar. Kız da kendi sevgisinde boğuluyordu. Aşkı onu anlamıyordu canını yakıyordu. Kızın çevresindeki herkes onu uyarıyordu. Canının acısını görüyor ve kendini önemsemesini istiyorlardı. Kız koca 2 yıl boyunca kimseyi dinlemedi gözü sevgiden kördü. Birgün farketti ki kavgalarında tartışmalarında hep en son o suçlu oluyordu. İçi parçalansa da karar almıştı sevdiği kişiyi bırakmalıydı o daha mutlu olsun diye. Ona dedi... Ama bir terslik vardı. Sevdiği kendini adadığı o kişi aşkına laf ediyordu. İnanmadığını dile getirdi ve kız sorunları belki düzeltebilirler diye düşünürken sevgisi onu bırakıp gitti. Onca şeye rağmen suçlu yine kız olmuştu. Canı artık daha çok acıyordu. Bütün sevgisi boştu çünkü... Ama birşey öğrenmişti. Birini sevmek veya sevilmek onun hakkı değildi. Birdaha asla da bundan başka birşeye inanmayacaktı...