“İnsanları anlamıyorum” diye yakındı genç çocuk. Onca lafına rağmen hala aynı kelimeleri sarf eden bu insancıklar, farklı kelimelerle derdini söylediğinde bile, sanki çok “büyük” bir şey yapıyorlarmış gibi yüzüne çarpılıyordu kapılar. Çıkmaz sokaklara giriyordu onun kelimeleri, çaresizliğe bulanmıştı ruhunu anlattığı satırlar. Sonra bir kitap okurken, altı çizilesi bir cümle gördü. Kurşun kalemle o cümlenin altını usul usul çizerken, zihnen bu dünyada değildi, sesli okuduğunu bile fark etmemişti, “Beni anlamalısın. Çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz. Yaşarken anlaşılmaya mecburum.”