Vahdettinylmz

...
          	Bir garip adam gördüm çayın sofrasında
          	Gönlü mavi yüreği rahman
          	Dilinden düşen her kelam hikmet nakışı
          	Hoş geldin ey rahman gönüllü kardeşim
          	Hoş geldin yürek soframa rahman yüzlü adam
          	Hoşgeldin...
          	Sonra derin ve sonsuz suskunluk hüküm sürdü dilimi
          	Taşlar çatlamaya yüz tuttu sedasızlıktan
          	Yaprağa bulaştı hüzün 
          	Dallar durmadan vebaya tutuldu allı pullu
          	Allı pullu
          	

Vahdettinylmz

...
          Bir garip adam gördüm çayın sofrasında
          Gönlü mavi yüreği rahman
          Dilinden düşen her kelam hikmet nakışı
          Hoş geldin ey rahman gönüllü kardeşim
          Hoş geldin yürek soframa rahman yüzlü adam
          Hoşgeldin...
          Sonra derin ve sonsuz suskunluk hüküm sürdü dilimi
          Taşlar çatlamaya yüz tuttu sedasızlıktan
          Yaprağa bulaştı hüzün 
          Dallar durmadan vebaya tutuldu allı pullu
          Allı pullu
          

Vahdettinylmz

Yüreğinden susadı
          Bir nehri devirdi
          Yetmedi bir deryayı daha
          Thor eline su dökemedi
          Tanrıların şaşkın bakışları arasında
          Zeusun mızrağını sapladı göğsüne defalarca
          Yine göğsünden kan yerine çöl fışkırdı
          Dağın ürpermesine aldırmadan
          Dağı aldı göğsüne, yere çaldı
          Ummanların mavisinin heybetini aldırmadı
          Aldı maviyi hesapsızca gökyüzüne serpti
          Suskunluğunun adıydı eylemi
          ...

Vahdettinylmz

Gece yarısı her zaman ki gibi
          Simsiyah bir kefenle örtünmüş
          Caddelerdeki insan seli
          Kaşla göz arasında 
          Dört duvarların arkasında gizlendi
          
          Caddelere seslendi yüreğim
          Zamanı anlat bana
          Zaman sensin, istinad noktasını arama
          Bilmediğim şeyler bunlar diyen yüreğim
          
          Koşup bir ağaca selam verdi
          Aklı anlat bana diye seslendi 
          Geçmişten eleme, gelecekten gama müptela 
          Vücutsuz bir matematik diye söylendi
          Bu nasıl bir şey söylenip durdu kalbim
          
          Koşup bir sokak lambasının yanına
          Aşk ne, aşkı anlat bana
          Benim ışığım, benim ışığım diye haykırdı
          Uzaktan seversen nur olur
          Dokunmaya çalışırsan nar içinde kalırsın
          
          Yüreğim öyle bir kuvvetle
          Dört elle sarıldı aşka
          Kaburga kemikleri çatlayınca dek
          Alevlerin içinde aşka sarıldı
          
          Akıl duman olup dağların doruğunda
          Dillerde türkülere karıştı
          Zaman tamamen sustu
          Takvimler lüzumsuzlaştı
          Sonsuzluluğa karıştı diyarlar 
          
          Ağaçlar çöllere düştü
          Caddeler kum fırtılarında kayboldu
          Yer göğe yükseldi
          Gök kubbe yer oldu
          Hikaye burada bitti
          “Bir yüreğin hasret sarhoşluğu”
          

Vahdettinylmz

Günlerden pazar, gecenin yarısı
          Bir trenin ikinci vagonunda 
          İki türbanlı teyze
          Kulağımı tırmıklar gibi
          Çok tuzlu çekirdek çıtlıyorlar
          
          İvedik caddesi uzunluğunca
          Bir yeraltı yollarında/upuzunca bir tünel
          Bir trenin ikinci vagonunda 
          Bir şairin iki mısrasından
          Biri hasrete müptela iken
          Diğeri maviye koşan umuda 
          musahhar 
          
          O iki teyze 
          Münzevi hayatı tercih etmiş 
          O iki mısranın arasına
          karanlık gök gibi çöküyorlar
          
          Ve nihayet çıtlamayı bırakıyorlar
          Yorulduklarından değil
          Çıtlanacak nesne bulunmadığından
          Ve ben dünyanın en mutlu insanı
          Soluksuz bir uykuya dalıyorum

Vahdettinylmz

En çok yağmur yağarken ağlamak yakışır erkeğe
          Bulutların arkasında bir çift göz olurdu her zaman
          Görenler, bulutlar bugün çok üzgün derlerdi
          Mavi kaybolmaya yüz tutmuşken
          Gökyüzü bulutsu bir yürekle kaybolurdu
          Kavminden ayrışmış bir ceylanın çaresizliği ile
          Düşerdi korku denilen ölümün senaryosu
          Allak bullak bir kağıdın üzerinde
          Viran olmuş kelimeler düşerdi masadan
          Kalemin beline dolanmış bir elin titremesine
          Bir yaz günü bile mani olamazdı
          Buruşturulmuş mektup suretleri 
          Bir dağın şeklini alırdı 
          Sen de Cudi ben diyeyim Ağrı
          Rüzgarlar salmışlar üstüne
          
          Dağların yüzünde bir bıçak izi
          yol olurdu solunu kaybedenlere
          yol olurdu küçük bir karıncaya
          Karınca, dilinde bir türkü ile
          Hoyrat özlemi asardı yaban bir çiçeğe
          Gerdanlıklar takardı boyuna güneşin
          Güneş, elinde yorgun bir kalem ile
          Hatıra defterine bugün içinde
          Göğsüme attı uzunca bir çentik 
          Bir gün daha da düşmüştü takvimden 
          Geriye niceleri düşmeye hazır duruşundaydı
          Sabahın sekizinde okulun önünde durmuş öğrencileri andırıyordu
          Ve takvimlerin güzle yaşamını
          Zamanın tanrısı diye hüküm veriyordu
          Hiçbir zaman düze çıkamadı mısralar
          Bir uçurumla felah bulabilirdi belki de
          En çok yağmur yağarken, erkeğe ağlamak yakışırdı
          

Vahdettinylmz

Saatler döne dursun
          Rüzgarlar kaldırımlarda sureti çıkmış
          Yaprakları ordan oraya savuruyordu
          Boynunu büken sokak lambaları
          Ayçiçeği suretinde, sen hangi yöne baksan
          Dönüp dolanıp sana dönüyordu
          
          Aramızda sadece birkaç şehir vardı
          Ne varki kimliksiz kalan yüreğim 
          Kendi vatanının her köşesinde
          Mülteci bir çocuk gibiydi
          Belki bu denli göç etmemin nedeniydi
          Bize ait bir alamet arayışıydı
          Biz diye bir şey yokken
          Bu denli umudun pervane olması
          Hem acınası hem çıldırası bir yaraydı
          
          Dijle gibi kan akan bir akarsuyu
          Sargılamak aklın ahmaklığı olsa gerek
          Bu denli sevmenin doğurduğu çocuktur akıl
          İşte bu denli aşkın meyvesi
          Aklı nasıl da nesneye bağlıyor
          
          Oysa Karacaoğlan'dan istifa etmek elzem
          Yunus Emre olma lütfuna erişmek lazım
          Bir dem aşkı anlamak için
          Aşkın sonsuzluğuna hicret etmek için
          Aşkın mülkünde mülteci olmak lazım
          
          Ey aşk de ki
          Ben olmazsam iki element nasıl bir arada durur
          Nasıl bahar olur, gelinlik güller nasıl serpilir
          Zerreler nasıl da yan yana oturur
          Ey aşk sen olmazsan 
          Sıralı dağlar nasıl delirir
          Çöller nasıl aşılır
          Sen olmazsan aşk 
          Süphan nasıl insafa gelirdi
          Kalem nasıl kendini tanırdı
          
          Ağaçlar, çiçekler, taşlar 
          Dokunduğun, dokunamadığın her şey
          Görüp görmediğin her şey
          Baştan sona aşkı anlatmak için can atıyorken 
          Belki de bu yüzden aşkın sofrasında
          Besmeleyle oturmak lazım
          
          
          
          
          
          
          
          

Vahdettinylmz

Ay Işığı Hanım, 
          yapraklar tümden kendini çürümeye bıraktı
          Çırılçıplak kalan ağaçlar tir tir titriyor 
          Ankara'nın cam yarası ayazında
          Firkat ayazında yürek kor alevlerde yanıp tutuşurken
          Adres bilmez gözlerim düştü, çoktan yollara 
          Bitmek bilmeyen o upuzun yollarda.
          Yol göstermez yıldızlar, merhamet etmezler
          Belki bir rüzgar senden gelir de 
          güz halimi anlatır umuduyla beklerim
          Ne var ki umut fanidir, benim senin gibi
          Ah kuru çalılar bir dile gelseydi
          ne olur sanki
          Bir fısıltısı duysa kalbin 
          kalbim heyecandan 
          enfarktüse düştü düşecek

Vahdettinylmz

Vakit bir nisan gecesi, içime doğuyor sessizliğin
          Kulağına hafif bir fısıltı ile okunan ezanın ardından
          Adına özlem dediler, yirmi üç yaş gününde nisanın.
          Lapa lapa yağıyor karanlık, gökyüzü hüzün 
          Kahrolası geceler, sağır maşuklar gibi
          
          Kime sığınayayım, kimin dizini taht yapayım
          kimi sevsem, hangi gözlere vurulayayim
          Başımı koyduğum dizler, döndü darağacına
          Vuruldum gözler, canımı söker solumda
          Ağustosta söğüt kelebeklerin sevdası gibi
          
          Hep kim vurduya gitti sevdam
          Hep bir bahtsızliğa vurgun yüreğim
          Hep bir özleme aşık gözlerim
          Hep hüzün ve firaka müptelayım
          Kenan ilinde bir yakup gibi
          
          Yan gönlüm, yan sevda ateşinde
          Ya karalanıp dönersin bir kömüre
          Ya yanar, kavuşursun aydın menzile
          Öldüm öldüm diyeceksin nafile 
          Ölüm gibi bir şey, yaşamak gibi
          
          Geceler gündüze aşık, kendi yokluğuna
          Gündüzler gecelere aşık, kendi kayboluşuna
          Belki kavuşur gece gündüze zamansız bir dünyada
          Senin misalin buna benzer, koşarken canana
          Gecesi gündüzü bir olanın gibi
          
          Ey gönül sabah değil, neden uyanirsin
          Gözlerin fırlamış yuvasından, söyle neden
          Kim uykunu çaldı, senin gözlerinden
          Hangi vicdansız ay ışığı sızdı pencereden
          Vakit vakit değil, geceler sabah gibi
          
          Kaybettim seni, şu şehrin dumanlı yamaçlarında,
          Bak orada! koş, yüreğin çatlarcasına!
          Sabahı getirir gözlerin, karşı dağların arasında
          Yüreğinde taşıdığın canı bırak bir kenara
          Kaybolması an meselesi, koş bir berivan gibi
          
          Hangi hayal, hangi seraplara kandın mecnun gibi
          Şirin vahalarin dibinde leylayı gördün gibi
          Sayısız kavuşma sahneleri, yarım bitti
          Kırılası ellerin, kopulası kolların gönül
          Saramadın belinden cananı mevsim güz gibi
          
          Vakit geldi dağları delen ferhat oldum
          Vakit geldi süphana meydan okudum
          Kimi zaman çöllerde seni arar oldum
          Ulan olamadın bir zîne, bir xecem, bir leylam
          Her hikayede elemli bir zülum gibi
          
          Ulan seviyorum be, var mı ötesi
          Ulan yokluğu ölüm gibi bir şey
          Ulan ne olacaksa olsun artık
          Ulan battı balık yan gider
          Vurgunum gözlerine, bir berfin gibi