Notlarımdan;
Dayanamadım, dayanmıyorum. Ona baktım, öfkeyle, gözlerim dolmuştu, ağlamak ve bayılmak arasında sıkışıp kalmıştım. "Yeter ulan yeter, ne üzüntün varsa, ne depresyonun varsa çık artık! Koca yılı harap ettin!", bana bakarken güldü, hiçbir şey olmamış gibi. Tabancamı ona doğru sallıyordum, namluyu anlına yasladım "Komik mi lan p*zevenk! Gülmesene! Senin de... maskenin de...", gözümden yaşlar akmaya başladı. O da bir insandı, onu vuramazdım; ama bir insanı insan yapan kişiliğiydi, ve ben o maskenin altında olanı çok iyi biliyordum. Kişiliğini bildiğiniz hâlde kişiliğini size göstermeden birisine 'yüzsüz' diyemezsiniz, yüzü var, sadece şu an ortamda değil. Bana baktı, sanki silahı görmüyor gibi sırıttı "Sen kendi içinde yorgunsun, ben ise herkesle yorgunum." dedi. Bu basit kelimeler beynimin duvarlarında çatlaklar açtı, aklımda depremler oluşturdu. Duygularıma hakim olamıyordum, bir anda silahın kabzasını yüzüne geçirdim, sandalyeden düştü. Yanına eğildim, yakasından tutarak "Işığın önünde olan değil, arkasında kalan karanlıktadır!" diye bağırdım, silahı ağzına dayadım "Söyle lan son sözlerini!" diye kükredim; aman tanrım... Bu ben miyim? Sanmıyorum, umarım değilimdir. Bu aklımın bana oynadığı bir tiyatro biliyorum, fakat kendimi bunu yaşamaktan alı koyamıyorum. Gerçekleri hayal gibi geçiştiriyorken neden rüyalarımı bu kadar umursuyorum ki? Belki yaşatmadıkları kalmayan insanlarla yaşamaya tahammülüm kalmadığımdandır. Bana bakarken hâlen yüzünde o iğrenç sırıtışı vardı, ulan şimdi çeksem şu tetiği; dağılsa şu dişleri de bitse bu yüzü görmenin bana yaşattığı işkence! Ama yapmadım, ayağa kalktım, sadece kapıya yürüdüm, sınıfın kapı koluna dokunmak, son kez arkama baktım, silahımı doğrulttum, ona doğru, nefes alamadım, nefes almadım, sadece sakince; gözlerimi yummadan tetiğe bastım. İrkildi, bir inilti çıktı boğazından, öldü mü bilmiyorum; ben görevimi yaptım.