Bazen, çok nadiren de olsa generalin eski insani vasıflarından esintiler konuşmasına yansırdı. Onun ismini duyduğunda da, benimle konuşurken daima gözlerinde olan o tiksinmiş küçümser ifade sönüverdi. Bir hasıma duyulan saygı mı, bir düşmana duyulan korku mu yoksa bir dosta duyulan özlem mi olduğunu tam anlayamadığım bir parıltı bir anlığına gözlerini aydınlattı.
O, dedi, yüzbaşıydı. Çok iyi bir asker, çok cesur bir adam ve iyi bir... -Cümleyi sanki kurması yüzyıllar alıyormuşçasına yarım bıraktı- Sonra onun rütbesini bizzat ben komutanlığa yükselttim. O zamanlarda bile farklı olduğumuzu bilir, içten içe bunu hissederdik ama bu tıpkı farklı bir futbol takımını tutmak gibiydi. O, gözümün önünde tüm rütbelerini sökünceye kadar ne savaşa ne de-
-Kendisi için çok yanlış bir kelime kullanacak gibi oldu, son anda gözleri genişçe açıldı ve kelimesini değiştirdi.-
Ne savaşa ne de yıkılışa inanmadım. Ama o gün, tam orada, her şeyin çoktan bittiğini anladım.
En başta her şey tıpkı farklı takımları tutmaya benzer, seçim haritasındaki farklı renklere...