Bazen kendime kızıyorum. Bu kadar sessiz kaldığım için, bu kadar bastırdığım için… Ama sonra düşünüyorum da, konuşsaydım ne değişecekti? Kimi zaman insanlar sadece duymak istediklerini duyar. Gerçek acılar, rahatsız edici gelir onlara. Anlatınca sustururlar, çünkü duymaya tahammülleri yoktur. O yüzden susmak, bazen kendini korumaktır.
Yine de özlüyorum. Anlatabilmeyi, anlaşılmayı, birinin gerçekten bakıp “sen iyi değilsin” demesini... Kendi içime dönmekten o kadar yoruldum ki. Aynı soruları tekrar tekrar sormaktan. “Neden böyle hissediyorum?”, “Ne zaman bitecek?”, “Bu ben miyim hâlâ, yoksa içimde başka biri mi var?”
Zaman da acımasız bu arada. Ne bir durup halini hatırını sorar, ne de yavaşlar seni beklemek için. Herkesin hayatı ilerlerken, sen olduğun yerde sayıyorsan, daha da yalnızlaşıyorsun. Çünkü bir süre sonra arkana bakıyorsun ve kimse kalmamış oluyor.
İnsanlar gitmiyor aslında. Sen durduğun için, onlar sadece uzaklaşıyor. Geriye ise sesler kalıyor. Kafanın içinde dönüp duran, geceleri uykunu çalan, gündüzleri enerjini emen o uğultular… “Yetersizsin”, “Herkes senden daha iyi”, “Zaten hiçbir şey değişmeyecek…”
Ve sen susuyorsun. Çünkü tartışacak hâlin bile kalmamış. İçindeki ses bile artık senden güçlü.
Ben bu savaşı kaybediyorum belki… Ama fark ettim ki, zaten kimse kazanmıyor. Herkes bir şeyini kaybederek yaşıyor. Kimisi çocukluğunu, kimisi hayallerini, kimisi inancını… Ben en çok kendimi kaybettim sanırım. Geriye sadece gölgesi kaldı. O da her sabah kalkıp “iyiyim” demeyi hâlâ öğrenememiş