Susmak da güzelmiş. İnsan sevmek istedikten sonra gitmeyi de susmayı da sevebilirmiş aslında. Belki kötü düşüncelerimiz aslında bizim için en hayırlı olanıdır. Gitmeyi de susmayı da öğrendim artık. Zor geliyordu önceden gitmek, unutmak, silmek... Ama artık zoru da sevdim. Dedim ya insan sevmek istedikten sonra sever. Kuşların ötüşlerini, çocukların gülüşlerini, bazen bir balonu bazen de bir peçeteyi. Saçma gelecek belki, bazen ağlarken gözümü sildiğim o peçeteyi de seviyorum. Akan gözyaşımı, hüzünlendiğim şeye bile nefretle bakmak yerine güzel bakıp sevmeye çalışıyorum. Sevgi iyileştirir derler belki de ondan. Peki şart mıydı iyileşmek? Peki sevmek? Her şeyi sevmek zorunda mıyız mesela? İnsan yaralarıyla acılarıyla da sever, sevilir. Neden kendimizi hep iyileşmeye şartlamışız ki? Bu yüzden kendini mi kandırır insanoğlu yoksa başkalarını mı anlamış değilim... Mesela bu söylediğimi de anlamak zorunda mıyım? Hep gülmek zorunda da değilim. Ağlamak, dağıtmak birşeyleri veya kendini normal değil mi? Dağın en yükseğindeki kara ayak basmak için eteklerindeki güzel çiçekleri farkedememişiz... Farkettim aslında ben. Hayatımda hiç kar görmedim bu yaşıma kadar mesela. Ama onu görmedim diye ağlamak yerine yağmurun altında ıslanmayı sevdim. Kimse beni sevmiyor ye ağlamak yerine kendimi daha çok sevdim. Öyle işte ben benim diye beni sevdim. Herkesi, her şeyi sevdim. Nergisleri sevdim mesela bembeyazlar tıpkı hayatımın olmadını istediğim renk gibi. Hayatımdaki bütün siyahları renklerine boyadım. Hava karardı yağmur yağdı diye nazlanmak yerine dört gözle çıkmadını beklediğim gökkuşağını sevdim (: