Ben alçak gönüllüydüm; beni dolap çevirmekle suçluyorlardı;ketum oldum. İyilikle fenalığı derinden hissediyordum; beni kimse okşamıyordu,herkes hakaret ediyordu; kinci oldum. Neşesizdim, öteki çocuklar, şen gevezeydiler; kendimi onlardan yüksek hissediyordum, beni onlardan aşağı tutuyorlardı; kıskanç oldum.Bütün dünyayı sevmeye hazırdım, kimse beni anlamadı; ben de nefret etmeyi öğrendim. Renksiz gençliğim, kendimle, dünyayla mücadelede geçti; en iyi duygularımı alaydan korkarak, kalbimin derinliklerinde sakladım;onlar da orada öldüler. Ben gerçeği söylüyordum, bana inanmıyorlardı; aldatmaya başladım. Dünyayı, toplumun huylarını öğrenince yaşam biliminde usta oldum;gördüm ki başkaları benim o kadar gayretle elde etmeye çalıştığım yararlardan bedavadan faydalanarak, hünersiz mutlu oluyorlardı. O zaman kalbimi yeis bürüdü, bu tabanca kurşunuyla tedavi edilen yeis değil; zarif, saf bir gülümsemeyle örtülen güçsüz bir yeisti. Ben, manevi olarak sakat kaldım; ruhumun yarısı yaşamıyordu; kurumuş, ölmüştü, onu kesip attım; halbuki öteki yarısı kımıldanıyor, herkesin emrine hazır yaşıyordu; bu hal hiç kimsenin gözüne çarpmadı, çünkü onun mahvolan yarısının yalnızlığından kimsenin haberi yoktu.