𝖾𝗇𝗍𝖾𝗋𝗋𝖾́

i heard about a whirlwind that's coming 'round
          it's gonna carry off all that isn't bound
          and when it happens, when it happens (i won't be holding on)
          so let it happen, let it happen
          

saatler birbirine girdiğinde ve yelkovan dakikaları ibrenin ucundan ittiğinde, tanrının terkettiği o yerde bul beni. 

he killed him because he was perfect; because he was perfect and everything he wasn’t 

the difference between you and me is i do all these extravagant, obscene, crooked and derogatory things you fantasize about doing

through the veil of ignorance, i choose to unexist thereto my body wouldn’t roll and creep around the very notion of existence which is empty and resistant.

bulantı, hiç bitmedi ve kendimi hiç kusamadım.

aslında bir hiçlikten ibaretiz ve her şey bir yokluktan, yoksunluktan bir adım öte. ama en çokta bir şeylermiş gibi davranan insanoğlu; sanki dünyevi her şey ebedi olarak bizim için yaratılmış gibi hissederiz.

the weight of all those hungry mouths
          the things they said
          i have no eyes

beden ve zihin bir değilse eğer ve ayrı birer birlik olarak var oluyorlarsa, beden zihnin çizgilerinde dolanır ancak asla çizgilerden taşamaz çünkü beden soyut kavramlara erişemez zihnin aksine, zihin ise bedenden çok daha geniş ve aynı zamanda doğrusal değildir. zikzaklar halinde de ilerleyebilir, görünmez bir katman üzerinde de.
          eğer bu iki kavram arasındaki bağlantı bu kadar bulanık ama bir o kadar da bağlantılıysa, gördüklerime nasıl güveneceğim bakmak bile yanıltıyorken beynimi?

sahtekarlar ve soytarılar