akhhlii

"6 Haziran 1973
          	Pırıl pırıl bir yaz günüydü
          	Aydınlıktı, güzeldi dünya
          	Bir adam düştü o gün Galata Kulesi’nden
          	Kendini bir anda bıraktı boşluğa
          	Ömrünün baharında
          	Bütün umutlarıyla birlikte
          	Paramparça oldu
          	Bir adam benim oğlumdu...
          	
          	Gencecikti Vedat
          	Işıl ışıldı gözleri
          	İçi
          	Bütün insanlar için sevgiyle doluydu
          	Çıktı apansız o dönülmez yolculuğa
          	Kendini bir anda bıraktı boşluğa
          	Söndü güneş, karardı yeryüzü bütün
          	Zaman durdu
          	Bir adam düştü Galata Kulesi’nden
          	Bu adam benim oğlumdu
          	
          	“Açarken ufkunda güller alevden”
          	Çıktı, her günkü gibi gülerek evden
          	Kimseye belli etmedi içindeki yangını
          	Yürüdü, kendinden emin
          	Sonsuzluğa doğru
          	Galata Kulesi’nde bekliyordu ecel
          	Bir fincan kahve, bir kadeh konyak
          	Ölüm yolcusunun son arzusu buydu
          	Bir adam düştü Galata Kulesi’nden
          	Bu adam benim oğlumdu
          	
          	Küçüktü bir zaman
          	Kucağıma alır ninniler söylerdim ona
          	“Uyu oğlum, uyu oğlum, ninni”
          	Bir daha uyanmamak üzere uyudu Vedat
          	
          	6 Haziran 1973
          	Galata Kulesi’nden bir adam attı kendini
          	Bu nankör insanlara
          	Bu kalleş dünyaya inat
          	Şimdi yine bir ninni söylüyorum ona
          	“Uyan oğlum, uyan oğlum, uyan Vedat”..."

akhhlii

"6 Haziran 1973
          Pırıl pırıl bir yaz günüydü
          Aydınlıktı, güzeldi dünya
          Bir adam düştü o gün Galata Kulesi’nden
          Kendini bir anda bıraktı boşluğa
          Ömrünün baharında
          Bütün umutlarıyla birlikte
          Paramparça oldu
          Bir adam benim oğlumdu...
          
          Gencecikti Vedat
          Işıl ışıldı gözleri
          İçi
          Bütün insanlar için sevgiyle doluydu
          Çıktı apansız o dönülmez yolculuğa
          Kendini bir anda bıraktı boşluğa
          Söndü güneş, karardı yeryüzü bütün
          Zaman durdu
          Bir adam düştü Galata Kulesi’nden
          Bu adam benim oğlumdu
          
          “Açarken ufkunda güller alevden”
          Çıktı, her günkü gibi gülerek evden
          Kimseye belli etmedi içindeki yangını
          Yürüdü, kendinden emin
          Sonsuzluğa doğru
          Galata Kulesi’nde bekliyordu ecel
          Bir fincan kahve, bir kadeh konyak
          Ölüm yolcusunun son arzusu buydu
          Bir adam düştü Galata Kulesi’nden
          Bu adam benim oğlumdu
          
          Küçüktü bir zaman
          Kucağıma alır ninniler söylerdim ona
          “Uyu oğlum, uyu oğlum, ninni”
          Bir daha uyanmamak üzere uyudu Vedat
          
          6 Haziran 1973
          Galata Kulesi’nden bir adam attı kendini
          Bu nankör insanlara
          Bu kalleş dünyaya inat
          Şimdi yine bir ninni söylüyorum ona
          “Uyan oğlum, uyan oğlum, uyan Vedat”..."

akhhlii

"Ben nasıl sevmişim ki insanın insana ödünç verildiği bu dünyada korktum kendime şaşkınlıkla baktığım aynalardan bir muavinin uyandırılırdıktan sonra gülümsemesi kadar dağınığım çiçekler açan bir yazın yanından geçtim yanından ve suistimal ederek umursamazlıklarını unutanların boynuma acı bir gülümseme sarıldı bana baktıkça bana baktıkça yastıkların unutamadığı bir masaldan kaçıp geldim beni bir soğukta kimin olduğunu bilmediğim bir kapıyı çalarken kurşunladılar paslanmış ledlerle bakma öyle ölümler incitir beni başaklara başka isim aramaktan yoruldu beynim dinlensin artık polenlerin döllenen yorgunluğu yola çıktım bir ömür yetecek kadar ah aldım koynuma tamircileri üşütmeyecek kadar sıcak bir hayatı geçiştirilecek kadar hata o utançtan terleyince kıyamadığım bir el ben artık gülmek için bir ülke arıyorum haydi anlat boşaltılmış bir köy gibi katliamsız bir hayat umud ediyorum kimin silahından çıkan
          geldim beni bir soğukta kimin olduğunu bilmediğim bir kapıyı çalarken kurşunladılar paslanmış ledlerle bakma öyle ölümler incitir beni başaklara başka isim aramaktan yoruldu beynim dinlensin artık polenlerin döllenen yorgunluğu yola çıktım bir ömür yetecek kadar ah aldım koynuma tamircileri üşütmeyecek kadar sıcak bir hayatı geçiştirilecek kadar hatta o utançtan terleyince kıyamadığım bir el ben artık gülmek için bir ülke arıyorum haydi anlat boşaltılmış bir köy gibi katliamsız bir hayat umut ediyorum kimin silahından çıkan kurşunla vuruldum bilmiyorum öldüm ey insanlar başım sağolsun durmayın basın deklanşöre nasılsa ertelendi 2 yıldır bahar şehre alıştıkça güzelliği azaldı şivesini saklamaya çalışan bir utangaçlığa zaman ısmarladım zaman ki ne utangaçlık bırakır uzakta ne anayasa ama ben artık senin olmadığın yerlerde tesadüflere inanıyorum çünkü den güzeldin aklına özgürlük düşmüyordu yan yanayken"

akhhlii

"Ölü bir asker tabutunu arıyor. Donuk bakışlarından anlıyoruz. Aynı bakışlardan fırlamış ve kimsenin yanıtını veremeyeceği bir soru, muhattapsız, dönüp duruyor boşlukta: Niçin? oraya buraya çarpıyor dönerken. Bir tüfeğin kabzasına, bir tankın namlusuna, bir genarelin apoletlerine..."

akhhlii

bu şiir
          yalnızca yaşlı atların
          genç insanların insafına karşı vurulabildiği gece yarılarında
          the cure-this is a lie eşliğinde okunacak-kalbim
          kanlı çakıl taşlarıyla dolu
          seni çok özlüyorum, elan...beni
          alıp doktorlara götürüyorlar
          haplar,otlar,boklar veriyorlar
          bana
          kendine bile hayrı olmayan
          tek çocuklu ahırlar ve dualar veriyorlarher gün
          aklımda kalan
          simsiyah gözlerine tutuna tutuna
          yarı ölü bin bir halde
          eve dönüyorum...
          içimden küfür dolu kamyonlar geçip
          cehenneme gidiyor
          ya geri gel...
          ya da seninle birlikte düşebileceğim
          bir uçurum çiz ayakucuma...
          seni özlüyorum, elan...istediğin
          o kaybolma makinesini yapamadım
          yaşarken de biliyordun
          yeteri kadar olan hiçbir şeyimiz yoktu
          işçi çocuğuyduk
          kalorifersiz evlerde
          kesile kesile büyüdük bizsen neden kayboldun, elan?evet,
          hala en çok sevdiğim yazar franz kafka
          en çok sevdiğim film cennet sineması
          ve en çok sevdiğim kadının adı hala elan...artık seninle
          bu dünyada kavuşmak için
          hiçbir mekanımız yok, elan
          bir odamız yok, bir aynamız yok,
          benim bir kirli elim bile yok
          senin artık hiç olmayacak olan avuçlarında...her sabah
          bir avuç külle yıkıyorum yüzümü
          seni unutamadığım için
          senden sonraki hayatımı da
          hiç hatırlamayacağım
          elmamız soğudu
          hikayemiz karanlıktan korkuyordur
          mermerden dikilmiş gelinlik bir giyip
          gözleri görmeyen zamanlara gittin...o sarhoş olmak dedikleri de bana yetmiyor
          alkoller,kokainler
          ve kutsal olan adlar da
          bana yetmeyecek, elan
          çünkü
          en nedenli uyuşturucuyu bile
          uyuşturabilecek kadar sensizim...aslında,iyiyim
          işlere girdim,çalıştım
          para kazandım
          kitaplar aldım
          çalışmaktan okuyamadım
          işlere girdim,çalıştım
          paramı vermediler
          canım parasızlıktan şiir yazmak istemedisen neden kayboldun, elan?sen öldün biliyorum
          seni ankara`da bir mezarlığa gömdüler
          ben
          son üç yıldır bunu biliyorum
          türkiye cumhuriyeti ölüm tutanakları
          son üç yıldır bunu biliyor
          ama kalbim öldüğünü bilmiyor, elan
          kalbim seni simsiyah özlüyor...simsiyah kaşlarını özlüyorum, elan
          ölmemeni özlüyorum
          seni çok özlüyorum, elan...

akhhlii

Kaçımız kendi yörüngemizden kurtulmuşuzdur? Hayatımızı yöneten özgür irade ve kendi kendine yetme gibi süslü kavramlarla kendimizi kandırırız. Kendi mucizemizi kendimizin yaratabileceğine inanır, piyangodan çıkan ikramiye ya da Bay Doğru sayesinde yepyeni bir dünyaya kavuşacağız diye bekleriz.
          
          Eskiler yazgıya inanırlardı, çünkü herhangi bir şeyi değiştirmenin herkes için zor olduğunu anlamışlardı. Geçmişle geleceğin çekimi öyle güçlüdür ki, şimdiki zaman ikisinin arasında sıkışıp kalır. Ana babamızdan kalıtım yoluyla aldığımız ve bizim davranışlarımızla yeniden sahneye çıkan kalıplar karşısında elimiz kolumuz bağlıdır. Bu yüke katlanılmaz.
          
          Yaptıkça taşıdıklarım da arttı. Kitaplar, evler, sevgililer, yaşamlar; hepsi, vücudumun en kuvvetli bölümü olan sırtıma yüklendi. Jimnastik salonuna giderim. Kendi ağırlığım kadar ağırlık kaldırabilirim. Kendi ağırlığım kadar ağırlık kaldırabilirim. Kendi ağırlığım kadar ağırlık kaldırabilirim. 
          Öyküyü yeniden anlatmak istiyorum.

akhhlii

aptal biri bile bunların kurallardan, tabulardan başka bir şey olmadığını, insanları yerlerinde tutmak için uydurulmuş gelenekler olduklarını görmez miydi? 
          Başkaldırı hep böyle cezalandırılırdı - azıcık özgürlüğünü de elinden alarak, ruhunu hapsederek.
          
          Doğuyu getirdi Atlas gözünün önüne, cinlerin kapatıldığı lambalar vardı orada. Tehlikeli varlıklar kapalı tutulmalıdır. Kendi de tehlikeliydi, bedeni tutsak edilmişti ki zihni kaçamasın.
          
          Ters iş yapmışlardı doğrusu. Zihni hep sıvışırdı. Bedenini hapsetmişlerdi, ama düşünceleri özgürdü.